Vakti ile köyün birinde baş belası bir ağa varmış. Zorbalıkla, haksızlıkla köyün malını, mülkünü ele geçirmiş, köylüleri ırgat gibi kullanmış, kendisi vur patlasın, çal oynasın her gün içer, bağırır, çağırır, şunun bunun ırzına sarkıntılık eder, etrafında beş on rezil de buna alkış tutarmış.
Bir gün bu azgın ağa hastalanmış, köylüleri başına toplamış ve demiş ki; ” Biliyorum ben ölünce siz senelerce bana sövüp duracaksınız. İyisi mi sizinle şimdiden bir anlaşma yapalım;
Beni ölür ölmez ayaklarımdan bir ağaca asın, tam üç gün üç gece bütün köylü yüzüme tükürsün, sopalarla beni dövsün. Üç günden sonra kaldırın, gömüverin. Böylece hıncınızı ve bana olan öfkenizi alın ama bundan sonra bana bir daha sövmeyin demiş.
Köylüler; “o nasıl laf ağa, biz senden hoşnuduz. Allah sana daha çok uzun ömürler versin” demişler. Ama ağa teklifinden ısrar etmiş. Nihayet köylüler de ağanın teklifini kabul etmişler. İki gün sonra herif ölmüş. Bütün köylüler toplanıp adamı ayaklarından bir ağaca asmışlar. Genel vurmuş giden vurmuş. Derken tesadüfen üç beş jandarma o civardan geçiyormuş. Manzarayı görmüşler. “Vay, bak şu zalim köylülere. Adamı hem öldürmüşler hem de hala ölüsünü dövüyorlar.” Demişler. Sonra yetişmişler, bütün köylüye, “buyurun karakola” demişler.
Köylüler, “Aslanım bu adam bize vasiyet etti, böyle yapın diye, ağa eceli ile öldü.” dedilerse de kim inanır buna? Böyle vasiyet mi olur? Köylüler karakoldan mahkemeye, mahkemeden hapishaneye gönderildiler.
Hapishanede köylüler, söylenmeye başlamışlar; “Bu adamın dirisinden bu kadar çektik. Ölüsünden de mi çekeceğiz? Ne talihli ölüler var Yarabbi”
Biz de bu zavallı köylüler gibi diyoruz ki Ne talihli ölüler var Yarabbi, bütün kötülüklerine rağmen, dirilerden çok yaşıyorlar.