Lapa lapa kar yağıyor. Büyükşehirlerde kar çile, sıkıntı, derdin adı. Ama kar bereket ve mikropları öldüren en büyük ilaç. Bana göre ise lapa lapa yağan kar çocukluk yıllarıma götüren en büyük vasıta. Lapa lapa yağan karın altında kendimi hem gündüz hem gece sokağa atarak çocukluk yıllarımı yaşadım.
Zamanı durdurup 45 sene önceye giderek o Karadeniz’in doğası bozulmamış, dağ köylerinden birisi olan Espiye’nin bugünkü Soğukpınar beldesi Dikmen mahallesinde yaşadığım yıllar bir sinema şeridi gibi gözümün önünden geçti. O yıllar ne güzel yıllardı. Fakirlik vardı, sıkıntı vardı, ama mutluyduk, heyecanlıydık. Belki üstümüzde kalın elbise yoktu, dokuma işlik, kara manto, don, kara lastikle o lapa lapa yağan kar da yürüyüp ağzımızı semaya açarak kar yutma yarışına girişimizi, ala karga, kara tavuk tutmak için cıttıklar kurmamızı(ağaçtan kuş kapanı), bir anda hep hatırladım.
Kar yağarken, 7 yaşında ki oğlum Ahmet Emirhan’ın elinden tutarak benim 45 sene önce yaşadığım, o güzel anıları O’na da yaşatmaya çalıştım. Siz değerli okurlarımdan da bir isteğim var. Lütfen kendinize zaman ayırın, kar keyfini fırsat bilip zamanı durdurarak nostalji yapıp çocukluk yıllarınızı doya doya yaşayın. 10 sene önce yaz tatilinde çocukluk yıllarımı geçirdiğim Soğukpınar beldesinin Dikmen mahallesinde kaleme aldığım ve benim hatıralarımı yansıtan bir yazımın bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
“…Yaylaya göç hazırlıkları en az bir hafta önceden başlanırdı. Nisan sonu Mayıs başlarında insanlarla birlikte Küçük ve büyük baş hayvanlarda yaylaya gidecek hala getirilirdi. Küçük baş havyanlarını boyunlarına, ince ses çıkaran çan, kalın ses çıkaran kelekler takılır, bunlara rast gele olmaza bir biri ile ahenkli ötecek şekilde ayarlanır. Büyükbaş hayvanın boynuna ve alınlarına değişik renklerde ipliklerden boyunlarına haltuk, alınlarına süsler ve püsküller takılır. Buzağılara üşümesin diye üstlerine palanlar takılır.
Yükleri taşıyacak o günün taşıt araçları olan At, katır, Eşek ve Öküz gibi hayvanların üstüne ev eşyası, giyecek ve yiyecek eşyaları yüklenerek göçlerin önünden öncü kuvvet olarak yayla yoluna çıkılır 2 günde gidilen yayla yolunda konaklama yerleri ayarlanır gece buralarda kalınır ertesi gün boğaz azından yayladaki obalara çıkılır, önden giden eşyalar arka tarafı toprak seviyesine olan ahıra bitişik üstü hartama, içinde ocaklığı, mutfağı (Tereği) hatta zaman zaman yeni doğmuş buzağılarında kaldığı bir bölüm’den oluşan 30 ile 40 M2 arasındaki yayla evlerine yerleşilir.
Çocuklar yolda ayak bağı olmasın diye göçlerden bir hafta sonra yaylaya giderlerdi. İ. Hakkı bey Fadime halası ile birlikte yayla göçlerden bir hafta sonra gittikleri günü hiç unutamıyordu. Çocuklar göçlerin arkasından bir gün sonra yola çıkarlardı. Her alanda evin yükünü ve külfetini çeken Fadime hala yayla zamanı da en büyük külfeti çekerek göçle birlikte sürekli o yaylaya giderdi. Bir keresinde İ. Hakkı bey ve iki kardeşini yanına alan Fadime hala göçlerin arkasında yaylaya giderken köyün ileri gelenlerinden olan Fadime Hala’nın dedesinden hala torunu olan Dokuzo yaylaların karlı ve çok soğuk olduğunu söyleyerek bir hafta sonra gitmelerini tavsiyeye etmiş. Bir hafta sonra yaylaya göç eşyası götüren katır köye geldiği için katırını iki tarafına yerleştirilen sepetlerin bir tarafına iki kardeş diğer tarafına da bazı eşya ile birlikte yerleşerek göçlerin ardından bir hafta sonra yaylaya gitmiştim.
Gırandaki evin karşısında Gaygancuk bir başka adı ile Ocak yanından geçerek Göl başına geldiklerinde Gıran ve göldibi manzaraları çok güzel gözüküyordu.
Yayla yolundaki Kızılkaya maden bölgesi yeşilliklere inat değişik şekiller oluşturan muhteşem manzaraya arz ediyordu.
Unpazarı’ndaki canlılık geçmişde kalmış. Unpazarı’nın artık sadece adı vardı. Unnucak’daki büyük gürgen ağacı ve çimenli düzlük halen duruyor.. Yıllar önce bu yoldan Fadime hala ile birlikte yayladan gelirken geç kalmıştık.
Sokucuk ve Ulucak dağların seyre daldı. Bu dağlarda yayla gelip giderken yaşadığım bir çok hatıra canlandı. Bu hatırlardan en önemlisi Karadeniz kadınının çilesiydi. Bir keresinde Fadime hala ile Soğukcuk gözüne taflan (yabani karayemiş) alafı kesmek için geldikleri Mart ayını hiç unutmuyordu. Her yer kar, saatler süren yolculuktan sonra Sokucuk gözüne gelmişler, Koyunların yemeleri için kestikleri alafları Fadime hala ile birlikte sırtlarına alarak 3 saat süren yolculuktan sonra köye geldiklerinde Karalastikten geçen kar sularının ıslattığı yün çorabının ayaklarını üşütmesini daha dün gibi hatırlıyorum.
Karadeniz’de hayvancılık büyük bir çile, Yaz aylarında yaylaya götürülen hayvanlar kışları kuru; Yaykın Kestane, Meşe, pelit alafının yanı sıra, yabanı taflan alafları ve kışlalarda üstündeki karları küreklerle atılan böğürtlenlerle bakılıyordu. Büyük baş havyanların tamamı kuru ot, Mısır sapı ve Mısır talaşlarından yapılan yallarla bakılıyordu. Fadime hala ile birlikte koynunlar için Karuk (bögürtlenlerin üstündeki karların ağaç küreklerle kürünerek altından yeşil böğürtlen yapraklarının çıkarılması) Kuz ve Zayımağa’da bir çok kez kar kürümüşler. Bir keresinde Zayımağa’da kardan mahsur kalmıştık, kuru gürgen köküne Fadime halanın kuşağından çıkardığı kibrite yaktıkları ateşde ısınmıştık. Yoğun kar yağışı geçtikten sonra hep birlikte koyunları kırandaki evinin altındaki tama getirmiştik… ”
Evet bu yazıyı 2000 yılında kaleme almıştım. Sizlerle paylaştım. Ümit ediyorum Sizlerde hatıralarınızı yazıyor, çocukluk yıllarınızı unutmuyorsunuzdur.