Cismanî Haşir

90

     “Ve’l-ba’sü
ba’de’l-mevt hakkun.” / “Ölümden sonra (Kıyamet günü, hesaba çekilmek üzere
yeniden) dirilme haktır.”

     Şüphesiz, cismanî
haşir haktır, doğrudur ve olacaktır. Ağacın meyvası olduğu gibi, dünya
hayatının da meyvası vardır. O da ebedî / sonsuz hayattır. Meyvasız ağaç
kesilip atıldığı gibi, ölümden sonrasız hayat da, meyvasız ağaç sayılır.
Anlamsızdır.

     Geceden sonra
sabah, kıştan sonra bahar olduğu gibi, ömrün de sabahı ve baharı vardır. O ise,
haşir sabahı ve baharıdır. Yani cismanî / bedenî haşirdir. Beden ve ruhumuzla,
haşir meydanında yer almamızdır.

     Evet, insan ömrü
gece ve kış gibidir. Ömür gecesinin sabahı, ömür kışının bitiş ve sonrası ise,
ebedî / sonsuz hayatın başlangıcıdır.

     Yatağa uyanmamak
ve kalkmamak için mi uzanırız? Tabii ki, daha zinde, daha canlı, daha enerjik,
daha istek ve arzulu olarak uyanmak üzere yatarız.

     İşte mezara da,
haşir sabahında uyandırılmak için konuluruz.

     Maddî-manevî ilk,
orta, lise ve üniversite denen eğitim kurumlarından mezuniyet: Dünya hayatını
tanzim ettiği ve belirttiği gibi, aynı zamanda, ölümden sonra başlıyacak olan
müspet-menfî ebedî hayattaki huzur, refah ve manevî mevkiimizi, yani cennet
veya cehennemlik oluşumuzu da tayin eder.

     Zira insan;
hayatının en güzel yıllarını vererek elde ettiği sonucun; fıtrat ve yaratılış
gereği olarak devamını da istiyor. Evet insan elde ettiği, kazandığı hiçbir
şeyi kaybetmek istemiyor. Bitmesini arzu etmiyor. Hep devam ve hiç bitmesin
diyor.

     İçimize bu “devam
arzusunu” biz koymadık. İçimizden bize seslenen ve dinmeyen bir arzu, bir istek
olan bu ses, bu haykırış; kulaklarımızda yankılanıp durmakta ve şu hakikati,
daima dile getirmektedir:

     “Vermek
istemeseydi, istemek vermezdi.”

     Kulak için
sesleri, göz için tabiatı, kalp için sevilecekleri, mide için sayısız rızıkları
yaratan Mükrim / İkram edici, Kerîm bir Zât olan Yüce Allah; elbette -kendisi
için yarattığı- kulunun mahiyetine yerleştirdiği; ebed ve sonsuzluk arzusunun
sesine kulak vermemesi mümkün mü?

     Elbette mümkün
değil. Çünkü: “Vermek istemeseydi; istemek vermezdi.”

     Öyleyse, cismanî /
bedenî haşir haktır, doğrudur ve olacaktır.

     Bu hakikat; yalan
söylemesi asla söz konusu olmıyan Hz. Muhammed tarafından, yeterince
dillendirilmiş. Bu gerçek; şüpheye yer bırakmıyacak şekilde Kur’an-ı Kerîm’de
en güzel, en veciz bir üslûpla dile getirilmiştir.

     Vasıta ve araçlara
niye bineriz? Bir yere varmak için değil mi? Yoksa, biraz da vaktimiz araçlarda
geçsin diye mi? Böyle bir cevap karşımızdakine, hakkımızda: “Delinin zoruna
bak!” dedirtir ancak.

     İşte dünya da, bir
araç. Hem de ne araç! Hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında, baş
döndürücü bir hızla dönerek; insanları haşir meydanında indirmek üzere yol
almaktadır.

     Gelmiş geçmiş tüm
insanların hesabının görülmesinden sonra; kâinatın ebed sayfası açılacak ve bir
daha hiç kapanmıyacaktır. Çünkü okula mezun olmak, işe emeklilik için
gittiğimiz gibi, dünya mektebine de, bizleri ebediyete mezun etmesi maksadıyla
gitmiş oluyoruz.

     Evet insan
kaybetmek, unutmak, sonlu ve bitimli olmak istemiyor. Nitekim bunun için
sidiler, plâklar hazırlıyor, kitaplar yazıyor, filimler çekiyor; hafızası her
şeyini hıfz edip muhafaza ediyor.

     İnsan da, çevresi
ve kendisinin; yaptıkları, gördükleri, işittikleri ve bildikleri kaybolmasın,
hiç olmasın ve yok olmasın diye, bunca buluş ve icatları yapmış ki, olanlar,
yapılanlar ve söylenenler; nisyan ve unutulma gayyasına düşmesinler. Elimizden
uçup gitmesinler; hep devam üzere kalsınlar diye.

     O halde “Ölümden
ne korkarsın? Korkma ebedî varsın.”

     Hem “Ölüm güzel
olmasaydı, ölür müydü Peygamber?”  

Önceki İçerikTürk Ekonomisinin Ölçüsü: Bergen Filmi mi?
Sonraki İçerikİbnülemin Mahmud Kemal İnal Ve Eserleri – 4
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.