Cihannümâ ve Kâtib Çelebi

10

Cihannümâ, ‘dünyayı gösteren ayna’ / ‘dünya haritası’ demektir.

Kâtib Çelebi’nin coğrafyaya dâir meşhur eseridir. Osmanlı ülkelerinin ilk sistematik coğrafya kitabı olma özelliği taşıyan Cihannümâ, değişik ilim sahâlarına ilgi duymuş olan Kâtib Çelebi’nin en önemli eserleri arasında yer alır. Girit seferi dolayısıyla haritalara ve coğrafya kitaplarına merak saran Kâtib Çelebi eserinin giriş kısmında, coğrafyanın insana oturduğu yerde dünyâyı gezen seyyahlar gibi âlemi dolaşıp görme imkânı verdiğini, bu eserlerin okunmasıyla ömürleri boyunca seyahat edenlerden daha çok bilgi sâhibi olunacağını söyleyerek coğrafyanın faydalarını belirtir. Daha sonra Cihannümâ’yı yazma sebebini Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış coğrafya kitaplarının yetersiz olması, buna karşılık Batı’da bu ilme büyük önem verilmesi şeklinde açıklar. Bu gaye ile coğrafya alanında çeşitli kitaplardan faydalanarak İslâm coğrafyacılarının eksiklerini telâfi etmeyi ve coğrafya ilminin kendi zamanındaki durumunu ortaya koymayı düşünür. Kâtib Çelebi ayrıca Cihannümâ’nın iki bölümden meydana gelen bir eser olduğunu, birinci bölümün sâdece denizler, nehirler ve adalardan, ikinci bölümün karalardan, alfabe sırasıyla şehirlerden, 13. yüzyıldan sonra keşfedilen ülkelerden bahsettiğini de ifâde eder.

Bugüne ulaşan çeşitli nüshalarından anlaşıldığına göre Cihannümâ, kaynak niteliğindeki malzemesi ve plânları itibâriyle değişik târihlerde iki defa kaleme alınmış, ancak her ikisi de tamamlanmadan bırakılmıştır. Büyük ölçüde bir kozmografya kitabı şeklinde Ortaçağ’ın klâsik Arap eserleri model alınarak planlanan ve 1648’de hazırlanmaya başlanan ilk telif, bir kısım Avrupa ülkeleri hakkında kaynak bulunamadığı gerekçesiyle bitirilememiştir. Eserin bu ilk telifinde eski filozofların 4 ana madde mânâsındaki  ‘anâsır-ı erbaa / hava, ateş, su ve toprak’ tertibi esas alınmış ve bu bölümlerde bütün coğrafya bilgilerinin ortaya konulması planlanmıştı. Ancak müellif sâdece sulardan bahseden üçüncü bölümü tam olarak yazabilmiş, burada Ortaçağ coğrafyacılarınca da bilinen deniz, nehir ve gölleri anlatmıştır. Dördüncü bölüm yeryüzüne ayrılmıştır. Ülkelerin ve şehirlerin ele alınacağı belirtilen bu bölümde sâdece girişte dünyanın ölçüsü, Batlamyus’un yedi iklimi ile Ortaçağ coğrafyacılarının yirmi altı iklimi / ekâlîm-i örfiyye ve memleket tasvirlerinin bir kısmı yer almaktadır. Bunların arasında Müslüman İspanya (Endülüs), Kuzey Afrika (Mağrib) ve Osmanlı ülkesi (İklîm-i Rûm) bulunmaktadır. İklîm-i Rûm bahsinde önce İstanbul, Edirne ve Bursa gibi üç Osmanlı başşehrinin bilgileri verilmiş, ardından Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki toprakları olan Rumeli, Bosna ve Macaristan konu edilmiştir. Müellifin hemen hemen kendinden önceki coğrafyacıları tâkip ederek toplamış olduğu malzemeyi içine alan bu bölüm eserin en önemli kısmıdır ve yaklaşık beşte dörtlük bir bölümünü meydana getirmektedir. Bu ilk telife ait yazmaların hepsinde son bahsedilen şehir Macaristan’daki Hatvan’dır. Yazmaların bir kısmında, Atlas Minör müellifi G. Mercator’un projeksiyonunda yapılmış bir dünya haritasından başka denizleri, nehirlerin yataklarını ve sancakları gösteren 100 kadar küçük ayrıntılı harita da bulunmaktadır. Bunlar daha öncekiler gibi yuvarlak çizilmiş olup çok itinalı yapılanları vardır. Müellif özellikle burada faydalandığı Batı kaynaklarından da bazı bilgiler aktarmaya çalışmıştır.

İlk telif teşebbüsünü, Endülüs, Mağrib ve Rum’dan sonraki dördüncü iklimde konu edeceği Atlas Okyanusu adalarından İngiltere, Hibrenya ve İzlanda’yı kaynak ve bilgi yetersizliğinden dolayı yazamaması sebebiyle tamamlayamayan ve bu arada gördüğü A. Ortelius’un coğrafya kitabının tercümesini bekleyerek çalışmalarına ara veren Kâtib Çelebi, daha sonra Karaçelebizâde Mahmud Efendi’nin terekesinden Ortelius’un eseri yerine G. Mercator J. Hondius’un Atlas Minor’unu elde edip bunu yeni tanıştığı Fransız dönmesi Şeyh Mehmed İhlâsî’ye  1654 yılında tercüme ettirmeye başladı. Bu eserin tercümesi Alman memleketlerinden Bavyera’nın tasvirine gelince, Kâtib Çelebi çevirinin üçte ikilik kısmından bir an önce faydalanmak için 1654 Aralığı sonlarında Cihannümâ ‘yı yeni baştan yazmaya girişti. İkinci telifte müellif Atlas Minor’dan başka Doğu ve Batı kaynaklarından da onları değerlendirmek suretiyle büyük ölçüde faydalandı. Burada ismi verilen Batı kaynaklı eserlerin sayısı 10’u, Doğu kaynaklı eserlerin sayısı ise 150’yi bulur. Aralarında Kitâb-ı Bahriyye, Târih-i Hind-i Garbı, Acâibü’l-Letâyif ve Kitâbü’l-Muhît gibi eserlerin de bulunduğu Doğu menşeli kaynakların fazlalığı dolayısıyla Cihannümâ’nın bu telifi, 17. yüzyıl ortalarına kadar İslâm coğrafya eserlerinin bibliyografyasını da vermektedir.

Cihannümâ’nın ikinci telifi ilkinden esaslı şekilde ayrı olduğu gibi doğrudan doğruya başka eserlere de bağlı değildir. Fizikî coğrafyaya ait oldukça ayrıntılı bir girişten ve Kristof Kolomb ile Macellan’ın ünlü keşif seyahatlerinin söz konusu edildiği genel bir bölümden sonra Kâtib Çelebi Batı kaynaklarını kullanarak eserine doğuda Japonya ve Asya’nın tasvirî coğrafyası ile başlamaktadır. Batı’ya ve İslâm dünyasına doğru ilerledikçe kitâbî kaynaklar dışında kendisi tarafından çeşitli yollarla toplanmış bilgiler ağırlık kazanmakta, doğu ve batı kaynakları ikinci plana düşmektedir. Müellif ele aldığı ülkelerin durumunu, idârî bölümlerini, saltanat şekillerini, siyâsî yapılarını, halkın ahlâk ve âdetlerini, binalarını, su, hava, nehirler, dağlar ve bitkilerini, yetiştirilen ürünleri ayrıntılı şekilde anlatmıştır. İkinci telifte Cihannümâ’yı diğer Osmanlı coğrafya eserlerinden ayıran başlıca özellik, kıta tasnifine göre coğrafî bilgilerin düzenlendiği fasıllara yer verilmesidir. Burada dünyanın beş kıtası Avrupa, Asya, Afrika, Amerika, Macellanika / Avustralya ve Kutuplar olarak altıya bölünerek, gerek batı kaynakları gerekse İslâm coğrafyacılarının tasniflerinden farklı şekilde Japon adalarından başlanması esere sistematik bakımdan ayrı bir nitelik kazandırmıştır. Ancak Kâtib Çelebi’nin erken ölümü sebebiyle Cihannümâ’nın bu ikinci şekli de tamamlanamamıştır. Müellif eserin ikinci telifini Osmanlı Devleti sâhasına kadar getirmiş ve ele aldığı son yer Van olmuştur.

Cihannümâ, İbrahim Müteferrika’nın bastığı eserlerin on birincisi olarak 3 Temmuz 1732 târihinde Müteferrika Matbaası’nda basılmıştır. Tam olmamakla birlikte çeşitli Batı dillerine çevrilmiş, ayrıca muhtasarları ve ilâveleri de yapılmıştır.

İbrahim Müteferrika, eseri ilki Asya’yı, ikincisi Avrupa’yı ve dünyanın geri kalan kısımlarını ihtiva etmek üzere iki cilt hâlinde neşretmeyi planladığı halde sâdece Asya’yı anlatan bölümü yayımlaya-bilmiştir. Müteferrika’nın esere ilâve ettiği kırk levha ve haritadan Azerbaycan ve Anadolu’ya ait olanlar Ebû Bekir ed-Dımaşkî’ye âittir. Diğerleri ise Avrupa haritalarına göre hazırlanmıştır. Bundan dolayı matbu Cihannümâ, Kâtib Çelebi’nin yazdığı orijinal nüsha esas olmak üzere İbrahim Müteferrika tarafından yapılan ilâveli bir neşirdir.

Coğrafya alanında doğu anlayışının batı anlayışına geçişte önemli bir yere sâhip olan Cihannümâ’nın gerek yazma ve matbu nüshası, gerekse Batı dillerine tercümeleri birçok Batılı seyyaha, özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında coğrafi bölgelerin tespit ve tanınmasında önemli derecede yardımcı olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde aydın kütlenin görüş açısını büyük ölçüde genişletmiş ve bu sâhada başka eserlerin yazılmasına yol açmıştır.

Kâtib Çelebi

Osmanlı döneminde, müspet düşünceyi temsil eden âlimlerden Kâtib Çelebi 15 Şubat 1609 târihinde İstanbul’da dünyâya geldi.  06 Ekim 1657’de Bursa’da vefat etti.

Himmet sâhibi, iyi huylu, az konuşan, hâkim meşrepli bir zattı. Rindle rind, zâhidle zâhid, küçükle küçük, büyükle büyük olabilen bir şahsiyet olduğu belirtilir. Kâinattaki hakîkatleri anlamak için astronomi ilminin bilinmesi gerektiğini belirtir, anatomi bilmeyenin Cenab-ı Allah’ı tanımakta zorlanacağını söylerdi.  Kâtib Çelebi, ilgilendiği değişik ilimler hakkındaki düşünceleri yanında, toplumun düzeni ve devamı için ilmi vâsıta kabul etmekte, âlimleri ise toplumun kalbi sayarak bilgiye dâir hiçbir şeyin küçük görülmemesi gerektiğini belirtmektedir.  Dinle hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın ancak ilim yoluyla olabileceğini ifâde eder.

Günümüze 25 adet eseri intikal etmiştir.

Osmanlı Devleti, asırlar boyu üç kıtaya hükmetmiş şanlı bir devlettir. Bünyesinde bir yandan cihangir bir nesil yetiştirirken bir yandan da ömrünü ilme adayacak şuurda âlimler yetiştirmiştir. Bu özelliğiyledir ki ‘Devlet kılıçla kalem üzerinde durmaktadır.’darb-ı meseline güzel bir misal olmuştur.

Ömrünü ilme vakfederek, gelecek nesillere çok değerli eserler bırakan, vatan sathını ilim nuruyla aydınlatan talebeler yetiştiren âlimlerimizden birisi de Kâtib Çelebi’dir. Asıl adı Mustafa’dır. Hacı Halife olarak da anılır.  Babası Abdullah Efendi Enderun’a dâhildi. Kâmil bir mü’min olan Abdullah Efendi oğlunun da İslâm’ı mükemmel bir şekilde öğrenip vatanına, milletine hizmet etmesini istiyordu. Kâtib Çelebi beş yaşına geldiği zaman babası Kırımlı imam İsa Halife’yi oğluna hoca tutmuştur. İsa Halife nezâretinde Kur’ân-ı Kerim, Arapça ve diğer temel dinî ilimleri okudu. Henüz yedi yaşlarındayken Kur’ân-ı Kerim’in yarısını ezberlemişti. 14 yaşına geldiğinde Arapça ve Farsçayı mükemmel bilmekteydi. Ayrıca hat san’atında da hayli mahâret kazanmıştı.

Oğlundaki ilim aşkını fark eden babası kendi aylığından 14 dirhem harçlık bağlayarak Kâtip Çelebi’yi yanına almıştı. Bu suretle Kâtib Çelebi divan kalemlerinden Anadolu Muhasebesi Kalemine 1623 yılında talebe olmuştu. Bu vazifede iken hesap kaidelerini ve siyâkat (sözdeki uygunluk) yazısını da mükemmel surette öğrenmişti.

Babasının yanında devlet hizmetine başlayan Kâtib Çelebi yirmi seneden fazla bu hizmetini devam ettirmiştir. Orduda mukabele defteri tutan Kâtib Çelebi bu vesileyle birçok sefere iştirak etmiştir. 1623’te babasıyla birlikte Tercan seferine gitmiş, ordunun Abaza isyanını bastırma hareketini yakından tâkip etmiş ve 1626 yılında da Bağdat seferine katılmıştır.

Kâtib Çelebi’nin babası 1626’da vefat etti. İstanbul’da bulunduğu esnâda devamlı ilim tahsil eden Kâtib Çelebi devrin meşhur âlimlerinden,   bu arada, Kadızade Efendi’den  de  ders aldı. Ayrıca İstanbul’da tanınmış diğer âlimlerden de istifade etmiştir.

Kâtib Çelebinin orduyla birlikte çıktığı diğer seferlerden başlıcaları şunlardır: 1629/1630’da Hüsrev Paşa ile Bağdad Seferi’ne, Sultan Dördüncü Murad  Han ile birlikte Revan Seferi’ne iştirak etmiştir.

On sene orduda hizmet görüp gazâlara iştirak eden Kâtib Çelebi hacca da gittikten sonra İstanbul’a dönerek kendisini ilme vermiştir.

Kâtib Çelebi kendisine bir yakınından miras kalan 300 akça ile kitap alarak geceli gündüzlü değerli eserleri incelemeye koyulmuştur. Tam on sene boyunca kıymetli eserlerle baş başa yaşadı. Öyle ki bazı günler güneş battıktan doğuncaya kadar başını kitaplardan kaldırmamakta, güneş hayli yükseldikten sonradır ki sabah olduğunu fark etmektedir. Dînî ilimlerin yanı sıra matematik ve astronomi de tahsil etmiş olan Kâtib Çelebi Fransızca ve Latince de öğrenmişti. En fazla târih ve coğrafya ilimlerine merak sarmıştır.

Kâtib Çelebi meşgalelerinin gayesini şöyle anlatmaktadır: ‘İnsan için en yüksek mertebe ve en büyük saadet, Allah’ı tanımaktır; bilhassa nereden gelip nereye gittiğimizi bilmektir.’

Kâtib Çelebi’ye göre ilim Allah’ı tanımanın bir vasıtasıdır. Ve bu ölçüler içerisindeki ilim, cemiyetin ayakta durmasına ve devamına bir vasıtadır. İnsanda kâlb ne ise, cemiyette de âlimler aynı ehemmiyete hâizdir.                                                                 

Devrinde münâkaşa konusu olmuş meselelere parmak basan ve çok isâbetli çözüme kavuşturan Kâtib Çelebi, bildiğini çekinmeden söylemiştir. Çünkü gelecek peşinde, makam peşinde değildir. Bu ihlâsı yüzündendir ki söyledikleri devlet idârecileri ve  halk üzerinde çok tesirli olmuştur.

Kâtib Çelebi, Mîzanü’l-Hakk’da devlet idâresinin en mesuliyetli makamında oturan padişaha şu nasihatlerde bulunmaktadır:

“Önce, halkın pâdişah (Allah onu güçlendirsin ve devletini kıyamet gününe dek devam ettirsin.) Hazretlerine yaraşan nasihat budur ki, farzları ve vâcipleri yerine getirip İslâm akidelerini bilecek kadar ilimle din mevzuunda iktifa edip kendilerinin ilm-i hâli olan hazine ve asker ve halk işlerinin inceliklerini bilmeye çalışsınlar. Büyük ecdatları gibi târih okuyup geçen devletlerin hallerinden hisse alsınlar. Ve halkın örfünü öğrenip her asrın icabı ne ise yumuşaklık ve sertlikle yüce devletin eski kanununu yürütsünler. Öteki devlet adamları ve saltanatın ileri gelenleri de bu yolda velinimetlerine yardımda bulunsunlar ve ellerinden geldiği kadar onun iyiliğini istemeye himmet etsinler. Müslümanların birbirine zıt davranmalarına râzı olmayıp aralarında olan kavgayı yumuşaklıkla önlesinler ve Allah’ın emirlerini yerine getirmekte, harp ve cihad işinde gevşeklik göstermesinler.’

Katip Çelebi; ‘Mizanü’l-Hakk’ isimli eserinde, Osmanlı Cihan Devleti’nde pek de mevcut olmamış gerçek bir felsefi düşünce ortamı ve geleneği bir yana, İslâmî ilimler çerçevesindeki sınırlı bir felsefî düşünce geleneğinin bile devletin medreselerinde artık tahammül edilemez duruma düştüğünü çok iyi anlatır.

Bursa’da vefat eden Kâtib Çelebi’nin cenazesi İstanbul’da getirilerek defnedilmiştir. Unkapanı Köprüsü’ne inen bulvarın ortalarında, sağ kolda ve biraz alçakta, Manifaturacılar Çarşısı alanında, üç büyük Osmanlı evladı; ilk İstanbul belediye başkanı, âlim ve şâir, Nasreddin Hoca’nın torunlarından Hızır Bey Çelebi (1407-1458), tanınmış şâir Necâti Bey (1444-1509) ve büyük âlim Kâtib Çelebi, ufak ve müevazı bir hazirede yan yanadır.

Himmet sâhibi olşuşuyla, güzel ahlâkıyla, talebe yetiştirmede gösterdiği gayretle, bıraktığı değerli eserlerle gelecek nesillere güzel örnek olan Kâtib Çelebi’nin kıymetli eserlerinden; Keşfü’z-zünun, Cihan-nüma, Tuhfatü’l-Kibar fi Efsâri’l Bihâr, Mizânü’l Hakk fi ihtiyaril Ahakk, ya tamamen veya kısmen batı dillerine tercüme edilmiştir.

Kâtib Çelebi’nin eserlerinden bir kısmı şunlardır: Kâinatın yaratılışından 1641 yılına kadar genel târih bilgilerini içeren: Târih-i Kebir  (1641),  Bu eserin, yazarın kendi el yazısıyla hazırlanmış orijinal nüshası Beyazıd Devlet Kütüphânesi’ndedir. 1592’den 1655 yılına kadar  yaşanan olayların detaylı olarak anlatıldığı: Fezleke (1659), Girit Seferleri’ni anlatan:  Tuhfetü’l-kibâr  (1729)  Bu eseri, Orhan Şâik Gökyay tarafından sâdeleştirilip notlar eklenerek 1973 yılında yeniden basılmıştır.)

BOYUT YAYINCILIK

Tekstil Kent Koza Plaza, A Blok Kat. 26. Esenler, İstanbul. Telefon: 0.212-413 33 33   

e-posta: info@boyut.com.tr  // www.boyut.com.tr 

Önceki İçerikGagavuz Türkleri, Gagavuzya’da Türk Askerini Görmek İstiyor
Sonraki İçerikModernlik Huzur Vermiyor
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.