Yargının siyaseti dizayn aracı haline geldiği bir tabloda, sadece CHP’nin değil, demokrasinin geleceği sorgulanıyor.
Önce CHP İstanbul İl Başkanlığı yönetimi -İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi kararı ile- görevden alınıp kayyıma (çağrı heyetine) devredildi. 15 Eylül’de yapılacak duruşmada ise Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin kurultayın da geçersiz olduğu (mutlak butlan) kararını vermesi bekleniyor. Böylece Özgür Özel ve yönetimi de görevden uzaklaştırılacak. Parti kayyım olarak atanacak kişiye (muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu’na) devredilecek.
Bunlar CHP yönetimini zor kararlar vermeye zorlayacak. Belki “direniş veya sivil itaatsizlik” eylemleriyle tanışacağız. Belki de CHP’nin bölünmesi veya yönetimin yeniden şekillenmesine sebep olabilecek.
Bu tablo bize hiç de yabancı değil. 2016’da MHP’de yaşanan süreci hatırlayalım. Gemerek Asliye Hukuk Mahkemesi, yetkisi olmadığı halde olağanüstü kurultayı durdurarak Devlet Bahçeli’nin koltuğunu korudu. Başta Meral Akşener ve Ümit Özdağ dahil muhalifler partiden ayrıldı, MHP AKP’nin “stepnesi” haline geldi.
Gemerek’te MHP’nin hatta Türkiye’nin geleceğini yargı dizayn etti. Bugün aynı senaryo CHP için sahneleniyor.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, MHP ve CHP operasyonları arasında sadece bir yöntem benzerliği değil, amaç benzerliği olduğunu vurguladı:
“Bahçeli koltuğunu korumak için MHP’nin iradesini Erdoğan’a rehin etti; bugün aynı yöntemle CHP’nin iradesi ipotek altına alınmak isteniyor” anlamında konuştu.
****
CHP, Mart ayından bu tarafa yönettiği belediyelere yapılan operasyonlardan bunalmıştı. Yeni adli yılın başlamasıyla, yargı doğrudan CHP örgütünü tanzim aracı olarak kullanılmaya başlandı.
Tıpkı Gemerek Asliye Hukuk Mahkemesi gibi CHP’nin İstanbul örgütü ve büyük kurultayı konusunu gören Asliye Hukuk Mahkemelerinin de tamamen yetkileri dışında kalan konularda karar veriyor olması yargının siyasallaştığı iddialarını güçlendiriyor.
Gemerek mahkemesi örneği gibi, benzer bir senaryonun CHP için de gerçekleşebileceği öngörülüyor. Yani mahkeme kurultayı geçersiz sayabilir, “mutlak butlan kararı” verebilir. Böyle olursa yapılan yalnızca CHP’nin iç işleyişine değil, Türkiye’de muhalefetin varlığına ve demokrasiye doğrudan müdahale anlamına gelir.
Bugün mesele CHP’nin kurultayı değildir. Mesele, Türkiye’de demokrasinin hâlâ yaşayıp yaşamadığıdır. Eğer bir partide seçilmiş delegelerinin kararlarını bir mahkeme geçersiz kılabilirse, yarın hiçbir siyasi iradenin güvencesi kalmaz. Adaletin olmadığı yerde demokrasi olmaz.
*********************************
CHP Ne Yapacak?
CHP Parti yönetimi yargı sopasından bir yandan hukuki, bir yandan siyasi manevralarla kurtulmaya çalışıyor. 15 Eylül’de verilmesi beklenen mutlak butlan kararı ile Genel Başkanlık yetkileri kayyım olarak atanacak Kemal Kılıçdaroğlu’na geçerse, partinin oy oranı bakımından en güçlü olduğu bir zamanda, parti örgütü yeniden şekillenecek.
Buna karşı CHP Parti yönetimi delegelerin noter tasdikli dilekçeleri ile 21 Eylül’de olağanüstü kurultay yapma kararı aldı. Böyle yapılacak kurultayda Genel Başkanın müdahalesi söz konusu olamayacak. 15 Eylül’de Asliye Hukuk Mahkemesi mutlak butlan kararı verip kurultayı geçersiz saysa ve Kılıçdaroğlu’nu kayyım atasa bile kayyım genel başkan sadece 6 gün görev yapabilecek.
Bu hamleye karşı iktidar ve yargıdan nasıl bir karşı hamle gelir bilemiyoruz.
CHP’nin bir olağanüstü kurultayla süreci düzeltmeye çalışması yeni davalarla, yeni mahkeme kararlarıyla engellenirse ne olur? İşte asıl tehlike burada yatıyor.
Bu durumda Türkiye, “yargı darbesi” kavramıyla karşı karşıya kalır. Çünkü artık mesele seçim kaybetmek ya da kazanmak değildir. Mesele, muhalefetin kendi varlığını sürdürebilmesidir.
Putin rejiminde olduğu gibi muktedirin izin verdiği kadar bir sözde muhalefet ile demokrasi olmaz. İktidarın muhalefeti -yargı yoluyla da olsa- kendi istediği biçimde düzenleyebilmesi, siyasal hayatı tek parti dönemlerinden bile daha dar bir çerçeveye hapseder.
Bu noktada kamuoyunun sessiz kalması, en büyük tehlikedir. Sessizlik, otoriterleşmenin en büyük destekçisidir. Bu nedenle, demokratik reflekslerin güçlendirilmesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin savunulması ve siyasi partilerin kendi iç işleyişlerine müdahale edilmesine karşı ortak bir duruş sergilenmesi gerekir.
Bu aşamada CHP kanadında artık daha sık “direniş, sivil itaatsizlik, sokakta siyaset” gibi kavramları kullanılmaya başladı. Bu şaşırtıcı değil. Çünkü, Özgür Özel’in “Gemerek– MHP örneği” üzerinden yaptığı hatırlatma, CHP’yi ya iradesini iktidara teslim eden ya da direnen bir parti tercihiyle yüz yüze bırakıldığını gösteriyor.
“Direniş, sivil itaatsizlik, sokakta siyaset” kavramları meşru hakların dile getirilmesi olsa da CHP için iki ucu keskin kılıçtır.
Bu yöntemler doğru strateji ve taban sahiplenmesiyle demokrasi mücadelesini güçlendirir, topluma umut verir. Ancak kötü yönetildiğinde kutuplaşmayı artırır, orta sınıf seçmeni ürkütür, iktidarın baskıcı söylemine malzeme sunar.
*********************************
Kamuoyu Desteği Şart
CHP’nin yargı sopasıyla etkisizleştirme operasyonlarına kamuoyunun sessiz kalması, en büyük tehlikedir. Sessizlik, otoriterleşmenin en büyük destekçisidir. Bu nedenle, demokratik reflekslerin güçlendirilmesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin savunulması ve siyasi partilerin kendi iç işleyişlerine müdahale edilmesine karşı ortak bir duruş sergilenmesi gerekir.
İktidara düşen ise, kısa vadeli siyasi kazançlar uğruna yargıyı araç olarak kullanmak yerine, uzun vadeli demokratik istikrarı gözetmektir. Unutulmamalıdır ki, “adalet devletin temelidir” ve yargının güvenilirliği zedelendiğinde iktidarın da meşruiyeti sorgulanır.
Yargı, siyasetin değil, hukukun hizmetinde olmalıdır.
Yargı, iktidarın siyasi rakiplerini dizayn aracı haline geldiğinde, kamuoyunun ve demokratik kurumların refleks göstermesi hayati önem taşır. Barolar, akademi dünyası, sivil toplum kuruluşları ve medya, yargının bağımsızlığına yönelik bu tür müdahalelere karşı ses yükseltmelidir. Aksi takdirde, Türkiye’de siyaset yalnızca iktidarın kontrol ettiği bir alan haline gelir ve halkın iradesi yetkisiz mahkeme kararlarıyla geçersiz hale getirilir.
Unutmayalım, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ve demokrasilerde partileri mahkemeler dizayn etmez; partileri, ancak halkın iradesi şekillendirir.