Dünya’nın hakim güçleri ki; biz bunlara şimdi küresel güçler diyoruz, kendi hedef ve çıkarlarını gerçekleştirebilmek maksadıyla, sıfır riskli, başarı ihtimali yüksek ve maliyeti düşük olan savaşlara yöneldi.
Örneğin tek bir “karikatür” ya da bir “film” savaş olarak nitelendirebileceğimiz bu mücadele tarzının ne derece başarılı olabileceğinin bir göstergesidir.
Fransa’da ya da herhangi bir yerde yayınlanan bir karikatür, bütün İslam Dünyası’nı ayağa kaldırırken, İran’da yayınlanan diğer bir karikatür de bu ülkenin yapısı ve istikrarını alt üst etmeye yeterli olmaktadır. Ya da bir “film” provakatif bir malzeme olarak vazife görmektedir.
Milletlerarası mücadeleler günümüzde sıcak savaş konseptinden uzaklaşma eğilimi sergileyerek, toplumlara fiziki zararlar verme yerine daha ziyade zihinsel zararlar vermeye yönelmektedir.
Memleketimizde de uzun yıllardır, bahsettiğimiz güçler tarafından halkımıza dönük yürütülen, böyle bir savaş vardır. Bunu anlayamayan devlet, halkını böyle bir savaş karşısında savunmasız bırakmıştır. Halkta zaten böyle bir bilgiden mahrumdur.
İnsanlarımız çok profesyonel ellerde hazırlanan bu saldırılara karşı kendilerini savunamadılar ve hala da savunamıyorlar. Bu bir teslimiyet duygusu ortaya çıkarıyor ve peşinden de bezginlik, karamsarlık ve vurdum duymazlık getiriyor. Yani bireysel ve toplumsal ruh yapısı tahribata uğruyor ve manevi bir çöküş yaşanıyor. Psikolojik açıdan çökmüş bir toplum, her alanda teslim alınmaya müsait bir devlet yapısı için uygun ortamı hazırlamış oluyor.
Ülkemizde psikolojimizi bozan, her biri büyük tahribatlar yaratan ve bir füze niteliği taşıyan, irili ufaklı olayları bir düşünün…
PKK’nın ve bölücülüğün meşrulaştırılması için medya eliyle yapılanları, seçim sonuçları üzerinden iktidarın değişmeyeceği algısını, iktidarları cemaat ve tarikatların belirlediği düşüncesini, işe girmek için cemaat – tarikat ve siyasi parti mensubiyeti gerektiğini, askerlerin başına çuval geçirilmesini, Muavenet gemisinin vurulmasını, uçağımızın düşürülmesine karşılık verilememesini, Obama’nın beyzbol sopalı gösterisini, bir davaya “Ergenekon” adının verilmesini, bir bakanı şehit cenazesinde yumruklayan öğretmene özür dilettirilmesini, Trabzon’da bir şehit cenazesinde hükümeti protesto eden kadının şehit yakınlarınca dövülmesini , muhalif belediyelerin çalışmalarının engellenmesi ile soruşturmalarla yıpratılmalarının halk üzerindeki etkilerini ve nihayet Balyoz benzeri davalarla Türk Ordusu üzerinde gerçekleşen olayların, Türk halkı üzerinde yarattığı derin tahribatı… Hukukun üzerindeki şüphe duygusunun yarattığı korkuda ayrı bir konu.
Emin olun “Balyoz” davası ile ilgili verilen karardan sonra yapılan televizyon programlarından ve yazılan çizilen şeylerden öğürecek hale geldim. Ya psikolojik savaşın cephesinde, bilgi silahından yoksun olarak, açık hedef haline gelmiş insanlarımız ne yapsın?
Gördüğüm odur ki; düşünce özgürlüğü maskesi altında her türlü kitle iletişim aracından yararlanarak yapılan propaganda ile geniş halk kitleleri; psikolojik baskı altına alınıyor, davranışları dayatmalarla yönlendiriliyor.
Bu sebeple yani milli benliğimize yönelik birbiri ardına gelen stratejik ve planlı psikolojik saldırılarla, milletimizin gardının düştüğünü ve teslime hazır hale geldiğini söylemek pek de yanlış olmaz.
Bunu nereden anlıyorsun derseniz; yaşadığımız onca hayati olaya rağmen toplumsal hayatımızda ön plana çıkan olgulara bakın derim…
Bu ülkede onca soruna rağmen başta “Muhteşem Yüzyıl” dizisi olmak üzere diziler konuşuluyorsa, sokaklarda Galatasaray ve diğer futbol takımları muhabbetlere konu oluyorsa, ülkenin Berlusconi örneğinde olduğu gibi Aziz Yıldırım’ın Başbakanlığında düzlüğe çıkacağı lafları ediliyorsa, evlilik programları görülmedik şekilde seyredilme rekorları kırıyorsa, “Yetenek Sizsiniz” gibi yarışma programları halkın umut kapısı oluyorsa; halkın içinde bulunduğu durum, açıkça bellidir diye düşünüyorum.
Bilgisizlik, yukarıda saydığım olayların toplumumuzda büyük tahribatlar yaratmasına neden olan en büyük sebeptir. Tarihimiz bize göstermektedir ki büyük düşmanlarımız, çoğu zaman içimizden çıkmıştır. Türklerin bu karakteri düşmanlar tarafından çok iyi bilindiği için her defasında bizi birbirimize düşürmekte başarılı olmuşlardır. Onun için Atatürk’ün İstiklal Mücadelesi’nde dış düşmanlar kadar iç düşmanlara karşı verdiği savaş çok iyi bilinmeli ve tüm hatları ile iyi anlaşılmalıdır.
Rauf Orbay’ın, Sivas Kongresi tutanaklarında “Bu memleketin korunması ancak birlikle sağlanır. Aksi halde vatanın korunması tehlikeye düşer.” saptaması aradan 93 yıl geçmesine rağmen halen tazeliğini korumaktadır.
Bu gün Türk Milleti ve Türk Devleti, fiziki savaştan çok daha büyük bir “psikolojik savaş”la karşı karşıyadır. Bu savaş bütün yurt sathında hatta nerede Türk varsa orada acımazsızca sürmektedir. Onun için bilgili ve savaşın farkında olan her Türk için, her yer cephedir. Bende bunu yarım saatlik bir konuşma yapmak için 1000 km yol katedip tekrar hemen geri dönen bir öğretim üyesine “niye bu zahmete katlandınız?” diye sorunca aldığım cevapta anladım. “günümüzde her yer cephe, buraya gelip halkı aydınlatmak düşmana kurşun atmak gibi… cepheden kaçmak bir Türk evladına yakışmaz” dedi. Bende sizin cephenizde ne var ne yok diye sorayım istedim.