Herkese merhaba… Herkese merhaba… Herkese merhaba…
Küçüklüğümüzden beri duygularımızı gizlemeyi öğreniyoruz sevgili okur.
Doğal hallerimiz eleştiriliyor.
Çoğu zaman mutsuzluğumuzun nedeni sorulmazken, kendimizi mutlu hissettiğimiz zaman, “hayırdır neden bu kadar mutlusun” baskısıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Ne yapıyoruz o zaman? Maskemizi takıyoruz. Veeee.
Toplumun bize biçtiği rolü oynamaya başlıyoruz.
Günler geçtikçe kendimiden kaçar hale geliyoruz. Kendimizden kaçtıkça, ruh eşimizi bulma ihtimalimiz de bizden uzaklaşıveriyor çarçabuk.
Oysaki kendimizi çok sever, yeteneklerimizi bilir, yapmaktan keyif alacağımız şeyleri yaparsak, eşruhumuzu da yanıbaşımızda buluveririz sevgili okur.
Ruheşimizle karşılaştığımızda onunla kocaman bir hayatı paylaşacağımızı, ne olursa olsun onun bize destek olmak için burada olduğunu anlarız. O bizim eksik yanlarımızın tamamlayıcısı, sivri yanlarımızın törpüsü oluverir.
Hem öğretmenimiz, hem öğrencimizdir artık ruheşimiz. Sırdaşımızdır, arkadaşımızdır ruheşimiz.
Kavgalarımız bile sadece eksik yönlerimizi göstermek için meydan okuma oluverir.
Biliriz ki ruheşimiz hem fiziksel, hem de ruhsal olarak hem yanımızdadır ve yanımızda olacaktır her daim.
Ruheşimizi gördüğümüzde bunları anlarız ancak, neden olduğunu kavrayamadığımız yoğun bir çekim hissi de duyumsarız. Bu duygu karnımızda kelebekler uçurur.
Kim midir ruh eşimiz derseniz sevgili okur?
Ruh eşimiz, diğer yarımız, bizim gibi düşünen, bizim gibi hisseden, bizim gibi inanan karşı cinsimizdir. Gözlerine baktığımızda kendimizi gördüğümüzdür.
Anladıkça daha da bağlanırız ruheşimize. Ne kadar aynıysak, bir o kadar da farklıyızdır aslında.
Benzer duygularımız ve zevklerimiz bizi ne kadar yakınlaştırıyorsa, farklı olduğumuz alanlarda o derece ilgimizi çeker.
Her benzerlik ve farklılığımız bir adım daha bizi yaklaştırır.
Eksik hissettiğimiz ne varsa tamamlamaya gelmiştir ruheşimiz.
Birlikte zamanı durdurabileceğimizi fark ederiz. Geçmişimizin ve geleceğimizin bir anlamı yoktur artık, sadece içinde bulunduğumuz an ve o ana sığdırdığımız mutlu zaman dilimleri vardır. Bu dilimler adeta, içimizdeki mutluluk atomu gibidir her an patlamaya hazır.
Bedenimize, dünyamıza, evrenimize sığdıramayız onu, adeta içimizden taşar durur, taşar, taşar.
Bu duygu yoğunluğu adeta bize nefes aldırmaz. Soluğumuzu kesiverir. Cennette bir ruh ikiye bölünüp, dünyada iki bedene paylaştırılır ve bu iki beden dünyada birbirlerini bulmaya çalışır ve şanslı olanlar bulurmuş derler ya, işte o misal.
Nereden mi çıktı tüm bunlar sevgili okur? Nereden olacak bahar fısıldadı kulağıma ben de yazdım.
Söz bahardan açılmışken, sizleri, gelmesini sabırla beklediğim ruheşime armağan ettiğim, sözlerini usta yazar Ayşe Kulin’in yazdığı, müziğini başarılı sanatçı Candan Erçetin’in yaptığı, son zamanların en sevdiğim parçası “Bahar”la başbaşa bırakıyorum.
“Sen bana müjde misin, umut musun sevgili, kim demiş geçti mevsim ufukta göründü kar.
Bu kaçıncı bahar, sakın sorma sevgilim, benim yorgun gönlümde aşkının telaşı var.
Bu kaçıncı bahar sakın sorma sevgili, benim olgun gönlümde aşkının telaşı var.
Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum, yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar?
Ayrıca bunun seninle ne ilgisi var. Tabiki ben böyle olduğum için bahar.”
Çünkü sana değdiğimden beri ellerim, bütün kış dallarında tomurcuklar var…”