Cennet Cennet Dedikleri (3)

114

     İman edenler ve
güzel işler yapabilen müminler / inananlar için girecekleri cennette;

     Aralarından
ırmaklar akan, çevresi zümrüt gibi olan,

     Binbir çeşit bitki
ve ağaçlarla kuşatılan köşkler var.

     Dünyadakilere
benzeyen, fakat tatları onlardan çok farklı, çok leziz meyveler var.

     Orada onlar için
güzel mi güzel, temiz mi temiz bakire eşler var.

     Üstelik cennet ve
içindekiler ebedî olup, sonsuz olarak orada kalacaklar.

     Bütün manevî
lezzetler; dünyadakilerle asla kıyaslanamayacak şekilde orada.

     Bütün cismanî /
bedensel lezzetler de orada, onları beklemekte.

     Rahmet hazineleri
orada cennetlikleri sabırsızlıkla gözetlemekte.

     Tad alma duyusunun
alacağı tüm rızık zevkleri ve çeşit çeşit taamlar orada.

     İlâhî isimlerin
tecellîleri / yansıma ve görünmeleri, en güzel şekilde cennette görülecek.

     Cennette
hissedilecek / algılanacak ve zevkine varılacak.

     Bütün bunlar;
cisim ve bedenle cennette bulunuşla, imkân dâhiline girecekler.

     Bütün bu
tecellîler; cennette bedensel organlarımızla görülecek, bilinecek,
algılanacaklar.

     Allahın tüm isim
ve sıfatlarını görme, tanıma ve bilmesi; kul için cennette gerçekleşecek.

     Kul; Allahın her
çeşit ihsan ve bağışına cennette mazhar olup kavuşacak.

     Çünkü kâinat
tezgâhlarının işlediği mahsulâtın / hasılatın en büyük sergisi cennette
açılacak.

     Mümin; hem cismanî
hem ruhanî / ruhla ilgili tüm gerçeklerin esaslarını orada görecek.

     Çünkü cennet;
lezzet ve saadet yurdudur. Orada cansız bir şey yoktur.

     Dünyada camit /
cansız, şuursuz / bilinçsiz ve hayatsız maddeler;

     Orada şuurlu /
bilinçli, akıllı ve hayattar / canlı bir hâl almış durumda olacaklar.

     Cennette her şey
insanın emrine âmâde bir vaziyette, onu dört gözle beklemekte.

    

     Cennetin saymakla
bitmeyecek tüm güzellik ve özelliklerine rağmen,

     Cennetin gözler
görmemiş, kulaklar işitmemiş binbir vasıflarına ve meçhullerine rağmen,

     Cennette yok, yok
olmasına rağmen,

     Cennette akla,
hayâle gelecek her şey, çok çok var olmasına rağmen,

     Cennetten daha
güzel bir şey var. Çünkü:

    

   “Cennet cennet
dedikleri

     Bir kaç köşk, bir
kaç huri

     Sen isteyene ver onları

     Bana seni gerek
seni.”

 

     Evet, cennet
hurilerinden / cennet güzellerinden daha lâtif / hoş bir şey var.

     Cennetin
selsebilinden, çeşme ve ırmak sularından daha tatlı bir şey var.

     Şüphesiz cennetten
daha üstün bir şey var:

     O da BEYANAT –
I  ÂYÂT – I  KUR’ANİYEDİR.

     Kur’an ayetlerinin
açıklamaları.

     Ve tabii KUR’AN’IN
BİZZAT KENDİSİ.                                                                                            

     Kimseye söz
bırakmamıştır ki, fazla bir şey söylensin.

 

     O parlak, ezelî ve
ebedî yüksek ve güzel ayetlerde her şey var.

     Ne ararsan, ne
sorarsan, neyi merak edersen sonsuza kadar.

 

     Üstelik, bir ayeti
anladığın takdirde alacağın manevî lezzet;

     Cennette alacağın
cismanî lezzetten üstün.

     Demek ki, daha
dünyada iken manen cennete girmek;

     Kur’an’ı anlamakla
mümkün ve olası.

      

     Büyük bir zâtın
muhteşem bir davetine katılsak; ziyafet masasında kuş sütünden başka

     Her şey bulunsa; bizi
asıl sevindiren ve hoşnut eden husus, bunların hiçbiri değildir.

     O zâtın bizi
hatırlayarak davet etmesi, bizi muhatap sayması, bizi hitaba lâyık görmesi;

     Her türlü ikramın
üstünde olup, hiçbir şeyle kıyaslanamaz.

 

     Yüce Allah da bu
dünyayı yaratmış, nimetlerle ve envai çeşit güzelliklerle donatmış.

     Ve “Buyurun İlâhî
soframa!” demiş.

     Buyur etmiş bizi.

     Bunun dünyadan da,
içindekilerden de asıl güzel tarafı,

     Asıl düşünmemiz
gereken yanı şudur:

     Yüce Allahın
dünyayı bizim için,

     Bizi de kendisi
için yaratmış olması.

     Çünkü: Allahın
bizi muhatap edip değer vermesinden,

     Daha büyük bir şey
olamaz.

 

     Ey insan senin
için yarattım her şeyi.

     Seni de Benim
için, öyle ise tanı Beni. 

 

Önceki İçerikYedi Kocalı Devlet
Sonraki İçerikHüseynzâde Ali Bey (Bakü 1864 – İstanbul 1941)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.