Cennet Cennet Dedikleri

113

İman edenleri ve güzel işler yapanları Allah; cennetlerle, kendilerine ait olacak has bahçelerle müjdelemektedir. (Bakara – 25) Öyle cennetler ki, altlarından ırmaklar akar. O cennetlerde istedikleri gibi, istedikleri kadar, istedikleri yerden ve istedikleri şeyden yer ve içerler. Üstelik yedikleri meyveler; dünyadaki meyvelerin benzerleridir. Ki, yabancılık çekmesinler, bu yüzden yemekten geri kalmasınlar. Fakat, tatları ve verdiği lezzetler; dünyadaki benzerlerinden kat be kat fazladır.

Aslında, Cennet’te karşılaşacaklarımız; biraz da dünyada ettiğimiz imanın temessül etmesi, Cennet’te çeşitli nimet ve rızıklara bürünerek, tecelli etmesinden başka bir şey değil. Mesela, Dünya’da “Elhamdülillah” diyenlerin, Cennet’te elma yiyecekleri gibi.

Yine, Cennet’te kavuşulacak nimetler; burada yani Dünya’da yapılan doğru ve yararlı işlerin; meyveler gibi, çeşitli nimetler şeklinde somutlaşmasından başka bir şey değil. Çünkü, Dünya Ahiret’in mezraası yani tarlasıdır. İnsan; burada eker, orada biçer. Burada çalışır, sonuç; orada karşısına çıkar.

Velhasıl, Dünyadaki her şey; söz sohbet ve hatta tahayyülat / kurulan hayaller, tasavvurat / düşünülen tasavvurlar, tefekkürat / tefekkürler, yapılan tezekkürat / her türlü zikir, anış ve fikretmeler; tamamen zapt edilip kayıt – kuyut altına alınıyor. İşte Allah; bunlardan dilediklerini, Cennet’te maddi oluş ve görünüşler olarak kulların karşısına çıkaracaktır. Kısaca, ne ekerse Dünya’da, onu koyacaktır önüne Ahiret’te.

Evet, “insanın bu dünyadaki eylem ve davranışları, onların öteki dünyadaki ‘meyveleri’ne ya da ürünlerine yansıyacaktır.” (Muhammed Esed) Nitekim:

“Kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onu(n karşılığını) görecek.  Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onu(n karşılığını) görecektir.” (Zelzele – 7,8) Hükmü bütün şaşaasıyla Cennet’te ve Cehennem’de tecelli edip görünecek.

İşte Cennet; hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği; Cennet’e has güzelliklerle süslü olduğu halde; bir gelin gibi, imanlı kimseleri iştiyakla beklediği bir gerçek iken, dikkati Cennet’ten daha Cennet, Cennet’ten daha üstün, Asıl Cennet’e çekmek istiyorum. Cennet’ten daha güzel ve Cennet’ten alınacak lezzetlerden daha fazlasını verecek olan Asıl Cennet’e…

Evet, Cennet üstü Cennet var. Cennet’i aratmayacak bir Cennet mevcut. Üstelik bu Cennet’e girmek için, ölümü beklemeye hiç lüzum yok! Çünkü bu Cennet; Dünya’da. El altında. Girmek mümkün ve imkan dahilinde…

Kaldı ki, bu Cennet; “Cennet’ten daha güzel, Hurileri’nden daha latif (ve hoş),  Selsebili’nden  ( Irmakları’ndan) daha tatlı olan beyanat-ı ayat-ı Kur’aniye” Cennetidir.

Bu Cennet, Ma’na Cenneti’dir.

Bu Cennet, Kur’an Cenneti’dir.

Bu Cennet’in bağ ve bahçeleri, renk renk çiçek tarlaları, birbirinden güzel ve etkili bitki kümeleri derken; Kur’an’ın Sure ve Ayetlerini kast ediyorum.

Kur’an’ın Sure ve Ayetleri arasında dolaşmak; Kur’an’ın Ma’na Cenneti’ne girmek;  Kur’an’ın Ma’na Cenneti’nde bir gezintiye çıkmak demektir. Bin bir Ayet Çiçekleri’nin rayihalarını içine çekmek, aynı zamanda onları temaşa etmek, onları mütefekkirane / tefekkür edercesine seyretmektir.

Evet, “Beyanat-ı Ayat-ı Kur’aniye” / “Kur’an Ayetlerinin Beyanları” / Kur’an’ın anlattıkları ve açıkladıkları gerçek ve hakikatlere muttali ve vakıf olmak; Kur’an Cenneti’nin bağ ve bostanlarında gezmek demektir. Üstelik, Kur’an ayetlerini anlamak, Maddi Cennet’in içindeyken alacağımız lezzetlerin çok üstündedir.

Evet, Kur’an’ın kapağını açmak demek, Kur’an’ın Ma’na Cenneti’ne adım atmaktır. Ayetler arasında, onları anlayarak dolaşmak, Ma’na Cenneti’nin içinde tenezzüh ve gezinmek gibidir. Ayetlerden Allah’ın muradını keşfetmek ise, Cennet’te alınacak lezzet ve zevklerin çok fevkinde ve üstündedir. Çünkü, İmam-ı Rabbani’nin de belirttiği gibi, mesela bir iman hakikatinin anlaşılması ve farkına varılması; binlerce maddi tatlara tercih edilir.

Haşir ve Neşir’den yani Kıyamet’teki sorgu ve sualden sonra  -İnşallah-  Mü’minler Cennet’e konulacak. İşte bu neticeye vasıl olmak, “Mutu kable en temutu.” / “Ölmeden evvel ölme”yi gerekli kılıyor. Yani, ölmeden önce ölüm gerçeğini, öte dünya hakikatini anlamayı iktiza ediyor. Böylece, ölüm denen meçhul şey de halledilmiş; meçhul / bilinmez bir mes’ele olmaktan çıkmış olur.

Demek ki, bu bakışla insan; zahiren hangi çetin şartlar içinde geçerse geçsin ömrü; Kur’an’ın  Ma’na Cennet’ine girmekle, daha ölmeden evvel Ma’na Cenneti’ne girmiş; manen doyumsuz lezzetleri tatmış; ölüm köprüsünden geçiş zamanı gelmeden önce, geçişini kendisine; bizzat kendisi kolaylaştırmış olur.

Böylece:

“Cennet Cennet dedikleri
Birkaç köşk ve birkaç huri
Sen isteyene ver onları
Bana seni gerek seni”

diyen Yunus Emre’nin de, ne demek istediği anlaşılır. Zira Cennet; aynı zamanda bir ziyafet sofrasıdır. Ziyafete çağırılmış olmak; ziyafette alınacak lezzet ve zevklerin çok ötesinde ve onların çok üstündedir.

Elbette, Cennet istenmeyecek bir yer değil. Allah’ın tüm nimetlerini içinde barındıran, en güzel ve en büyük nimet. İşte o Cenneti anlamanın, kıymetini bilmenin yolu; öncelikle Dünya’dayken  Kur’an’ın Ma’na Cenneti’ne girmekten geçer. Bu ise herkesin elinde. Herkes Kur’an ayetlerini okuyarak, Kur’an gezisine çıkabilir. Ayetleri anlamaya çalışmakla da, Kur’an’ın Ma’na Cenneti’nin tadına varır. Çünkü, bu varış, Cennet’teki tatların da miftah ve anahtarıdır.

İşte ancak bu şekilde, Dünya’da manen; Ahiret’te ise, hem manen hem de maddeten, Cennet’e girmenin ön şartını yerine getirmiş olur.

 

 

 

 

 

 

Önceki İçerikİnsanca yaşama cesareti olanlara
Sonraki İçerikKarambol
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.