(Dördüncü (Son) Bölüm)
TOPRAK ANA
Çocukluğunda toprakla neşe içinde oynarken dedesinin borçları onu toprakla tanıştırır. Zamanla o da aile fertleri gibi toprak işçisi olur. Hayatını topraktan kazanır. Toprağı sürüp geçimini sağlamaya başlamıştır.
Bir müddet sonra Toprak Ana Tolgonay, kendisi gibi toprak işçisi olan Suvankul’a âşık olur ve evlenirler. Tarlalarda çalışarak geçimlerini sağlarlar. Tolgonay ve Suvankul’un; Kasım, Maysalbek ve Caynak adında üç oğulları olur.
Tolgonay ve Suvankul, bundan sonraki hayatlarını çocuklarının saadeti ve gelecekleri için çabalayarak geçirirler. Traktör sürmeyi ve okuma yazmayı öğrenen Suvankul, köye ilk traktörü getiren ekip başıdır. Aradan yıllar geçer. Çocuklar büyür, birer delikanlı olur. Kasım, babası gibi traktör sürücüsü olur. Maysalbek, öğretmen olmak için, köy okulunu bitirince şehire gider. En küçükleri Caynak da Gençlik Kolu başkanı olur. Bir süre sonra Kasım evlenir ve eve Aliman adında bir gelin gelir. Tolgonay, Aliman’ı kızı gibi sever ve benimser.
Herkes bu durumdan memnundur. Tolgonay, Suvankul, Kasım ve gelin Aliman hasat zamanlarını tarlada beraberce geçirirler, her şey yolundadır.
Bir gün ansızın tarlaya gelen bir Rus askerinden savaş çıktığı haberini alırlar. Güzel giden her şey bundan sonra tersine döner. Köydeki erkekler birer birer askere çağrılır. Ve bir gün Kasım’ın da askerlik çağrısı gelir. Bütün aile ne kadar üzülse de onu askere uğurlarlar. Aile daha sonra Maysalbek’in de askere çağrıldığını öğrendikleri bir mektup alır.
Savaş bütün hızıyla devam ederken, cephedeki erkek yetersizliğinden Suvankul da askere çağrılır. Suvankul’un da askere çağırılmış olması Tolgonay’ı derinden sarsar. O günden sonra ekip başı görevi Tolgonay’a verilir. Tolgonay bütün zorluklara rağmen var gücüyle çalışır.
Bir ara Caynak, annesine eğitime gideceğini söyleyerek evden ayrılır, ama cepheye gider. Niyeti Tolgonay’ı üzmemektir. Evinin bütün erkeklerini cepheye gönderen Tolgonay, oğlu Kasım ve kocası Suvankul’un şehit olduğu haberini alır. Şehit haberleriyle perişan olan Tolgonay, gelini Aliman ile hayata kaldığı yerden devam eder. Ancak bu sefer de oğlu Maysalbek’ten kötü bir mektup alır ve bir oğlunu daha cephede kaybeder. Uzun süre Caynak’tan da haber alamayınca onu da yitirdiğini düşünüp bütün ümidini kaybeder.
Tolgonay, acısını gelini Aliman ile dindirmeye çalışır, onu kızı gibi sâhiplenir. Hayata tutunmaya çalışır. Zaferin gelmesi yakındır. Cephelerden evlerine dönen askerler, yeniden tarlalarda çalışmaya başlarlar. Savaşın izleri yavaş yavaş silinmektedir. Tolgonay, gelini için üzülmektedir.
Onun evlenmesi, mesut bir hayat kurması gerektiğini düşünür. Ancak Aliman evlenmek istemez. Sonbahar aylarında sürü otlatmaya gelen bir çoban, Aliman’ı hâmile bırakır. Ancak Tolgonay bu durumu çok sonradan öğrenir. Aliman’ın doğumu yaklaştıkça Tolgonay’a olan davranışları değişir.
Eserden tadımlık bir bölüm: Aliman kayınvalidesine;
‘Bana bir şey sorma ana ben kendi varlığımı bile hissetmiyorum. Kendi hâlime bırak beni.’
‘Bundan sonra ona ne söylesem boş, hiçbir sözüm hoşuna gitmeyecek’ diye düşündüm ve üzüldüm. Bu düşünce ile dalıp gitmişim. Birdenbire niçin ve nasıl uyandığımı hatırlamıyorum. Aliman’ın yatağında olmadığını gördüm.
Alelacele giyinerek dışarı fırladım. Kapıdan çıkarken ambardan birtakım iniltiler duydum. Bütün gücümü ayaklarıma vererek oraya koştum. Kapıyı o kadar hızlı açtım ki az daha elimdeki fener düşecekti. Aman Tanrım! Gözlerime inanamadım: Aliman samanların üzerine yüzükoyun yatmış, doğum sancılarıyla kıvranıyordu. Üzerine atılıp bağırdım:
-Ne yaptın a kızım, bana niye söylemedin?
Yardım edip arkası üstü çevirmek istedim, elim kanlar içinde kalan eteğine dokununca büyük bir korkuya kapıldım, irkildim. Yüreğim kafesinden çıkacaktı nerdeyse. Vücudu ateş gibi yanan Aliman boğuk sesle mırıldanıyordu:
-Ölüyorum! Ölüyorum!
Ona su verdim. Titriyor, dişleri takır takır su bardağının kenarına vuruyor, ama vücudu ateşler içinde yanıyordu. İki yudum su ancak içebildi ve sonra kıvranmaya, inlemeye devam etti.
Aliman çırpınıyor, inliyor, bağırıyordu. Sonra birden sakinleşir gibi oldu. Ama bu defa da hırıltılı sesler çıkarıyordu.
-Ana, başımı kaldır, dedi, nefes alamıyorum.
Ağlıyordu. Sonra hıçkırıkları bastırarak çabuk çabuk konuşmaya başladı: ‘Ana, sevgili anacığım, içim yanıyor, artık dayanamıyorum. Öleceğim… öleceğim… Her şey için sana teşekkür ederim, çok teşekkür… Beni bağışla anacığım. Ah Kasım hayatta olsaydı! Ah Kasım, ben ölüyorum… Beni bağışla…’
Ona yalvardım:
-Hayır, hayır sevgili kızım, ölmeyeceksin. Biraz daha dayan canım kızım, biraz daha! Anlıyorsun değil mi kızım, ölmeyeceksin, ölmeyeceksin.
Az sonra cıyak cıyak bir bebek sesi duyuldu.
Hayat niçin bu kadar acımasız, bu kadar kör? Çocuk dünyâya geliyor, Aliman dünyâyı terkediyordu. Biri doğuyor, biri ölüyordu. Bebeğin çıplak ve ıslak vücudunu entarimin eteğine ancak sarabilmiştim ki, anası Aliman, can vermiş, suskunluğa gömülmüştü. Başı yana düşmüş, hareketsiz kolları aşağı sarkmıştı.
-Alimaan! diye bağırdım korku dolu bir sesle. Sonra bileğini tuttum. Nabzı çarpmıyordu.
Gözlerimin önünde, bir an için, hayatla ölüm karşı karşıya idi.
***
Tolgonay, ismini Canbolat koyduğu torununa sarılarak hayata tutunur. Torununu zor şartlar altında büyütür. Bütün bu olaylara bitmeyen bir kıtlık ve açlık eşlik eder. Tolgonay’ın sık sık dertleştiği, her şeyin başladığı ve bittiği kaynak olan Toprak Ana ise gizli ve etkili başkarakteri olarak romanın dramatik kurgusunu omuzlar.
Okuyucu içine işleyen duygulara mâruz kalıp akan gözyaşlarımı silmek dışında mola vermeden okumaya devam eder. Bir fırsatını bulup da kendisinin, Tolgonay anadan ayrı bir şahıs olduğuna inandırabilen okuyucu, gözyaşlarını silip okumaya devam eder…
Dert ve üzüntü ile alâkalı özlü sözü hatırlayabilenler huzura kavuşur: ‘Hiçbir dert ve musibet yoktur ki daha büyüğü olmasın’
Savaş aleyhtarlığını ‘cephe’yi değil de cephe dışındaki insanlarla ortaya koymak şüphesiz seçkin bir tercihtir. Bu tercihi merhum Aytmatov, çok başarılı bir şekilde kullanıyor.
Önceki 2 kitapla aynı ölçüde ve Refik Özdek tercümesi olan roman 139 sayfadır.
***
Cengiz Aytmatov’un eserleri aracılığıyla dünyâ, Kırgızistan’ı, Kırgızları, Issık Göl’ü, Tanrı Dağlarını öğrendi. Sadece Kırgızistan’da değil birçok ülkede çocuklarına Cengiz, Daniyar, Cemile, Asel, Tolgonay, Düyşön isimlerini veren aileler olmuştur. Onun ‘Cemile’sine bütün erkekler âşık olmuş, ‘Toprak Ana’sına hayran kalmış, ‘Beyaz Gemi’siyle bütün çocuklar yolculuk yapmıştır.
Yazar eserlerinde milletinin ürünü olan masalları, efsâneleri, mitleri, destanları kısacası halk kültürünü en mükemmel bir şekilde eserlerine yansıtmıştır. Eserlerini Kırgız ve Rus dillerinde yazmış ve Rusça yazılmış olan eserlerini Aşım Cakıpbekov Kırgızca’ya çevirmiştir.
‘Gün Olur Asra Bedel’ isimli romanını okuyanlar, ne zaman günler uzayıp yüzyıl olsa, ne zaman alnımızdaki Kassandra Damgası beni ele verecek diye kaygılansa, ne zaman Gülsarı’ya veya birilerine ‘elveda’ demek zorunda kalsa, ne zaman bir ala köpek gibi deniz kıyısında koşsak, ne zaman Toprak Ana ile dertleşsek, ne zaman yâdımıza Selvi Boylum Al Yazmalım düşse, ne zaman kendimizi Cengiz Hana Küsen Bulut gibi ağlamaklı hissetsek, ne zaman Dişi Kurdun Rüyaları’nı görsek aklımıza hep Bozkırdaki Bilge / Cengiz Aytmatov gelir. Türk edebiyatının zirvesini, Tanrı Dağı’nın ölümsüz ruhunu, dünyânın en çok okunan ve en büyük yazarını özlemle anar ve fâtihâlar gönderir.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr