Çekim Değil İtim Partileri

80

Geçen asrın partilerine bakıyorum, bir de şu anın
partilerine. Ta derinlerde esaslı bir fark var. Daha yirmi yıl önceye kadar
siyasî partiler, neye taraftar olduklarını anlatırlardı. Şimdikiler daha ziyade
neye karşı olduklarını anlatıyor. Taraftarlığı anlatmaya pozitif propaganda
diyelim; hikâyesini karşı oldukları üzerine kurmaya ise negatif propaganda.
Liderlerin konuşmalarına bakınız: Hep negatif, hep karşı duruş hâkim.

 

Boşandığı eşle kavga

İktidar konuştuğu zaman muhalefetin aslında bölücülerle,
daha somut olarak HDP ile iş birliği, dirsek teması içinde, yan yana, omuz
omuza olduğunu söylüyor. Bir de, epey azalmakla birlikte hâlâ devam eden,
muhalefetin FETÖ’cülüğü hikâyesi var. Konu ne olursa olsun, dönüp dolaşıp bu
iki noktaya geliyorlar. “Geçim sıkıntısı!” deniyor; cevap: “Ama siz bölücülerle
iş birliği içindesiniz!” Piyasa alt-üst oldu deniyor, “Sizi gidi terörist
seviciler sizi!” cevabını alıyorsunuz.

 

Ak Parti’nin bu iki unsurla geçmişini hatırlayabilirsek…
Oslo, Dolmabahçe mutabakatlarını, “Canınızı sıkan valiler varsa bildirin,
değiştirelim.” vaatlerini, akil adamları ve en yakında İstanbul belediye
başkanı seçimlerinde Öcalan soyadlı birini televizyona çıkarmayı… FETÖ için
“Bitsin bu hasret.”ten, “Menzillerimiz aynıydı.”lara… Bunları hatırladığımızda,
iktidarın bugünkü negatiflik stratejisi şu manzarayı andırıyor: Eski nikâhlısıyla
kavgasını sürdüren boşanmış eş! Öyle ya, en şiddetli kavgalar boşanmış eşler
arasında yapılır. Derler ki bu bir cins, “Unutamam seni.” şarkısıdır.

 

 

 

“Bu iddiaların suç isnadı, niçin hukuka başvurmuyorsun.”
dendiğinde cevap alınamıyor. Ben iktidarın yerinde olsam- içimden- “Pışşşk.
Hukuka başvurayım da ana propaganda silahımı kayıp mı edeyim!” derdim. Belki de
diyordur- içinden.

 

Güce dayanmak

Muhalefet de çok farklı değil. Tek adam sistemine karşılar.
İktidarın hak, hukuk, adaletsizliğine karşılar. Ve tabi iktidarın sebep olduğu
yoksulluğa, pahalılığa, piyasa dengesizliğine, TL’nin belirsiz hâle gelişine
karşılar. Muhalefet tabiatıyla iktidarın yanlışlarını, yol açtığı sıkıntıları
dile getirecektir. Fakat arada sırada “Biz şunu şunu şunu yapacağız.” çıkışları
da beklemek hakkımız değil mi? Bu söylem de var ama “Onlar gibi
yapmayacağız.“dan ibaret kalıyor. Yani yine iktidara bağlı, onun zıddı, reddi
olmakla yetiniliyor.

 

Bir de iktidar dindar ya, “Bakın aslında biz de dindarız.”
çıkışları var. Şüphesiz bu çizgi de iktidara endeksli. CHP’nin “Helalleşme”,
İyi Parti’nin “Ömer’in yolu” ağırlıklı olarak, “Ben de, ben de!” diye
algılanıyor.

 

 

 

Hâlbuki yönetim stratejisinde “güce dayanmak” diye bir kural
vardır. Yönetim bilimin babası sayılan Peter Drucker’ın verdiği isim bu. Güce
dayanmak, rekabet ederken kendi güçlü olduğun yönleri vurgulamak, onları daha
da güçlü hâle getirmektir. Güçsüz olduğun yönlerinden, mesela rakibin öne
çıkardığı unsurlardan da hiç bahsetmemek fakat eksikliklerin varsa da gürültü
yapmadan onları tamir etmektir. Ama ana strateji, ana hareket, güçlü olduğun
cephelerde taarruza geçmek, rakibi o alana çekmektir.

 

Unutulan çoğunluk

Bu arada bütün partilerin ihmal ettiği en büyük kitle var.
Gerçekten insanın ağzı açık kalıyor. Area kamuoyu araştırma şirketinin Eylül
2021 anketinde “Kendinizi en çok hangi sosyo-politik kimlikle tanımlarsınız?”
sorusuna Milliyetçi ve Atatürkçü cevabını verenlerin yüzdesi sırasıyla 35,2 ve
33,9. İkisinin toplamı %69,1. %16,1 ile Sosyal Demokrat ve %14,8 ile
Muhafazakâr açık ara arkadan geliyor. Siz son zamanlarda bir siyasî partimizin
milliyetçiliğini veya Atatürkçülüğünü vurguladığını duydunuz mu? Belki İyi
Parti’nin “Atatürk’ün izinde” si hâriç ama o da “Ömer’in yolu”ndan sonra
geliyor.

 

İlk üç tercihi en çok hangi partiden beklersiniz? Tarihî
konumu itibarıyla da CHP’den. Onun altı okundan “Milliyetçilik” en uzun ve merkezdeki
oktur. Atatürkçülük de en çok ona yakışırdı, değil mi? “Atatürk’ün partisi”
derler sık sık. Sosyal Demokratlığı da diğerlerinin hepsinden önce
sahiplenmesi, dillendirmesi gerekirdi. Üçünden de tık yok. Belki “Bizim her
yaptığımız, her dediğimizde bunlar ‘mündemiçtir’” diyeceklerdir ama bazı
yetkili beyanlarından pek böyle anlaşılmıyor.

 

 

 Evet, yirmi, otuz,
kırk yıl önce böyle değildik. Doğruydu veya yanlıştı ama her partinin kendine
has, onu diğerlerinden ayıran bir temel tezi vardı. İnsanlar bu tezin çekimiyle
gelirdi, sevmediklerinin itimiyle değil. Çoğunlukla “Ona karşıyım!”la, az biraz
da “Ben de aslında onun gibiyim!”le tanımlamazlardı kendilerini. “Ben benim,
ben buyum!” derlerdi.( https://millidusunce.com/cekim-degil-itim-partileri/)