Bilim eğitimi, insana en başta, şüpheyi öğretir. En çok da
kendi fikirlerine, düşüncelerine karşı şüpheyi. Bilim insanı, bir sonuca
vardıktan sonra hemen o vardığı sonucu çürütmeye çalışır. Çünkü sonuç sağlam
değilse, o çürütmezse, bilim camiası çürütecektir. Çürütemezse yayımlar. Sonra
da meslektaşlarının çürütmesini bekler. Kaçıncı tekrarım bilmiyorum ama
Popper’in “bilim yanlışlayarak ilerler” formülünün kesin inançlısıyım. Kesin
inancım, bilimde kesin inanca yer bulunmadığıdır.
Bu tutum, kişiliğinizin bir parçası hâline geliyor. Belki
ondandır, birisi söylediğim bir söze “Hayır öyle değil!” dediği anda bütün
antenlerimle dinlemeye geçerim. Ve önce onun söylediğinin doğruluğunu
düşünürüm. Çürütene kadar. O kadar ki yöneticilik hayatımda iletmeye çalıştığım
bir mesajın, bu tutumumdan dolayı zaman zaman zayıfladığını hissettim. İletmek
istediğim mesajdan eminsem, kendimi ısrara zorlamaya başladım. Çünkü yetişme
tarzım, ısrardan önce yanlışımı araştırmamı emrediyordu.
Trollerden yanlış sadır olmaz
Zamane trolleri fikirlerinden o kadar emin ki!
Bir konuda fikir ayrılıkları mı var… Kendileri gibi
düşünmeyen haindir; hain değilse cahildir. Ama mutlaka saçmalıyordur.
Kendileri bir şey mi düşündü; hiç tereddüde mahal yoktur.
Akıllarından ilk geçen, bir de cemaatlerinin iddiaları gerçektir ve sadece
gerçektir. Araştırma falan gereksizdir. Tenkit edenler bir önceki maddeye
baksın.
Bunu siyasilerin tavırlarında görüyoruz. Edepsizliğin,
hakaretin, aşağılamanın, itibarsızlaştırmanın bini bir para. Bu yıllardır
böyle. Fakat beni asıl üzen siyasilerin hâli değil; onların tutumunun bir lekenin
yayılışı, bir virüsün nüfusu sarışı gibi hızla toplumu sarması.
Bu davranışın henüz sadece katı ideoloji mensuplarında
görüldüğü çağlarda, Mümtaz Turhan Hoca’nın bunları tasvir eden şu satırlarını
çok sevmiştim:
“[O] inandıklarını
hakikat, kırık dökük ve irtibatsız müşahedelerini de, realite sanmaktadır.
Onda ne ilim adamının müsamahası ne de hakikat karşısında teslim olmaya hazır
olma uysallığı vardır. Bu bakımdan, Türk münevveri ile onun cahil diye
damgaladığı halk arasında ilmî düşünüş ve zihniyet bakımından, büyük bir fark
yoktur. Çünkü her ikisi de peşin hükümleri, kanaatleri ve batıl itikatlarıyla,
yani inançları ile hareket etmektedir. Aradaki fark, sadece bu zihnî
muhtevaların mevzu ve nevilerindedir.” (Garplılaşmanın Neresindeyiz?, Altınordu
Yayınları, 2015, s. 99- ilk baskı 1961.)
Cart kaba kağat
Henüz kitle iletim araçlarının, hele hele kitle iletişim
araçlarının bulunmadığı dönemlerde, kesin inançlarını hakaretle karıştırıp
kusanlar, her gün karşınıza çıkmazdı. “İletim” kelimesiyle radyo, televizyon,
gazete gibi tek yönlü mesaj akışını, “iletişim” diye de bugünkü sosyal medyayı
ve karşılıklı tartışmaya izin veren diğer internet ortamlarını kastediyorum.
İşte bir zamanlar antiseptik engelinin sınırladığı mikrop gibi belli mecralara
sıkışan “cart” tavrı, bugün bütün zincirlerinden boşalmış, her yerde karşınıza
çıkıyor.
Hiç tereddüt etmeden, “Acaba ben yanılmış olabilir miyim?”
düşüncesini aklından geçirmeden ortaya atılıveren bu tiplerin, hareketlerine
“cart” ve felsefelerine “cartizm” diyorum. Bir zamanlar bunlara “caart kaba
kâğat” diye mukabele edilirdi. O zamanın edeplendirmeleri bile daha
sanatlıymış. (Kasten “kâğat” yazıyorum; öyle denirdi ve o ses anlama daha
uyumluydu.)
Cartizmin kökenleri
Cartizmin iki kaynağı var.
Birincisi; birinin söylediğine, yazıp çizdiğine cart diye
karşı çıkmanın etrafa verdiği mesaj; daha doğrusu cartistin verdiğini sandığı
mesaj: “Bakınız, ben bu kişiden daha bilgili ve daha akıllıyım! Nasıl cesaret
edip karşı çıkıyorum ve nasıl onu çürütüveriyorum!” Böylece hem etrafın
gözünde, ama en çok kendi gözünde boyu uzar, göğsü kabarır.
İkincisi; siyaset, ideoloji ve cemaat trollüğü. Kesin
inançlısı olduğu fikre karşı fikirleri hemen aşağılamak; o karşı görüşlüleri
itibarsızlaştırmak. Siyaset trollerinin bir kısmının inançla da pek ilgisi yok.
Memuriyetlerinin gereğini yapıyorlar zavallılar. Zavallı dediğime de bakmayın;
bir kısmının yüksek maaşlar ve daire, araba gibi ek imkânlarla gül gibi geçinip
gittiklerini biliyoruz. Diğerlerini benim troller arasından da kolaylıkla
teşhis edebilirsiniz. Bakın, ben “Türk”, “millet”, “kültür” falan yazdığımda
“Türk vatandaşları Türk değildir “, “Kültür milleti yapmaz.”, “Millet kültürü
yapmaz.”, “Milliyetçilik ırkçılıktır!” tepkisini gösterenler… Görev ihmali
olmasın diye atladıkları tek “Türk”, “kültür”, “millet” yazısı da yoktur. Belki
bu yazıyı atlarlar, “Biz öyle değiliz!” diyerek, ama pek sanmıyorum.
Şimdi oturup, “Acaba bu tespitlerim hatalı mı?” diye düşünme
zamanım.