1975 yılında üç yıllık öğretmenken, haberim olmadan müstakil müdür olarak atamam yapılmıştı. Şaşırmış ve sorumluluğundan dolayı korkmuştum. Okulumuzdaki öğretmenler benden kıdemli ve deneyimliydi. İkisi müdürlük istemişti. Israrla istifa etmeme rağmen kabul edilmedim.
O yılki teftişte müfettiş beylerden biri müdür olduğumu yadırgamış;“eğer müstakil müdürlüğe heveslendin ise defterini dürerim, burası yatma yeri değil” diyerek moralimi altüst etmiş, grup başkanı ise tebrik ederek moral vermişti.
Başka bir teftişte de,“okulda çiçek yetiştirmediğim için” eleştirilmiştim. Gruptaki bir müfettiş bey;“müdür ziraatçı mı kardeşim” diye karşı çıkmıştı.
Aradan yıllar geçti, pedagojiyi bitirerek müfettişoldum. Elimden geldiğince geçmişimi unutmamaya, empati yapmaya çalıştım. Umarım eleştirilen hatalara düşmemişimdir.
Müfettişler Genel Kurul Toplantısı’na katılan İl Milli Eğitim Müdürümüz, bir köy okulunu ziyaretini anlatmıştı: Gittiğinde müdür yokmuş “nerede” diye sormuş. “Okulun suyu kesildi, şebekede arıza varmış, kazma küreği alarak onarmaya gitti” demişler.
Biraz sonra okul müdürü gelmiş. Ayağında çizmeler, üst baş çamur içinde. Milli Eğitim Müdürü’ne “hoş geldiniz efendim” etmiş, fakat hiç ummadığı bir cevapla karşılaşmış. Milli Eğitim Müdürü; “yaptırman gereken işi kendin yapmaya kalkışarak, okulu terk ettiğin için hakkında soruşturma açacağım” diye gürlemiş.
Oysa okul müdürümüzün,görevi olmasa da, yaptığı fedakârlıktan ötürü en azından tebrik edilmesi gerekirdi kanımca. Amirler, bazen realist tavırlarla mevzuatın dar kalıpları içinde kalarak, yüreğini göreve katıp, çözüm üretenleri kırmaktalar ne yazık ki. Oysa mevzuat her sorunu çözemiyor maalesef. Bazen de inisiyatif almak gerekiyor.
Burada yanlış olan “yöneticilerin görevleri olmayan işlerle uğraşmak zorunda bırakılmalarıdır sanırım. Bütün zamanlarını eğitim öğretim etkinliklerine kanal ize etmeleri gerekirken, kurumun boyası, tamiri, yakıtı, inşaatı vb. işleriyle vakit kaybetmektedirler ne yazık ki.
Yönetici seminerinde müdürlere, “şimdiye kadar yıllık izinlerini hiç kullanmayan var mı” diye sormuştum. Birçoğu parmak kaldırdı. İçlerinde uzun yıllar izin kullanmayan, daha doğrusu kullanamayan müdürler vardı.
Şimdi kalkıp bilimsellik taslayarak “izine çıkmayan dinlenemez, dinlenemeyen sağlıklı çalışamaz” varsayımından yola çıkarak, bu fedakâr insanları izin kullanmadıkları için eleştirmek doğru mudur?
Madalyonun diğer yanına bakmak lazım birde. Yönetici neden izin kullanmaz, ya da kullanamaz.
Ya kurumun sıkıntıları çok, çözmeye zaman yoktur. Ya müdürün tatil yapmaya ayıracağı parası yoktur. Ya da ucuz tatil yapabileceği, kurumuna ait dinlenme tesisleri yoktur. Sizce hangisidir dersiniz. Sanırım üçü de doğrudur.
Deniz kenarında bulunan bir ilçeye seminere gitmiştim. Milli Eğitime ait kalacak yer bulunamadığı için İSU tesislerinde kalmıştık.
Yıllarca öğretmenlere;“kamp yapmaları için” duyurusu yapılan yerleri hepimiz biliyoruz. Sahillerdeki okullarımızın derslikleri değil midir? Tuvaleti, suyu elektriği bile olmayan, öğrenci sıraları üstünde yatmayı reva gören bir yaklaşım. Haydi, gidin de tatil yapın, dinlenebilirseniz dinlenin bakalım.
Öğretmenevlerinden tatil yapılabileceklerin kapasitesi ortada. Sıraya girseniz yıllarca beklemek zorunda kalırsınız.
Diğer bir konu, “okullarda para toplama” sorunudur. Kurumu okul müdürüne zimmetlemişiz. Fakat ihtiyaçlarını giderecek bütçesiyok. Veliye de tembihliyoruz;“sakın okula para verme, para toplamak yasaktır.” Sonra da müdüre diyoruz ki; “bina boyalı olacak, hizmetler aksamayacak, çatı akmayacak, derslikler temiz olacak, bahçe bakımlı olacak, çocuklar üşümeyecek.”
Öğrenciyi çalıştırmak yasak, ne kadar güzel. Öyleyse kuruma yeterince kadrolu hizmetli verilmesi gerekmez mi? Veremem diyoruz bütçe müsait değil.
Sevgili müdürüm okus pokus yapsın, para toplamadan, bütçesi, hizmetlisi olmadan, bütün hizmetleri eksiksiz yerine getirsin. Böyle bir yönetim modeli dünyada var mıdır?
Artık velilerin de ellerini taşın altına koyacağı yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Veli bir yılda özel okula ödediği paranın onda birini okula verse hiçbir sıkıntı kalmaz.
Ya da uygun bir düzenlemeyle, vatandaşa verebileceği miktarda eğitim vergisi konulmalı, alınan paralar okul bütçesine aktarılmalıdır.
Okul müdürlerini,”para toplayarak suç işlemekle, görevini yapmamak” arasında ikileme sokmaktan kurtaralım. Mevzuat, velinin yanında olduğu kadar müdürün, öğretmenin de yanında olmalıdır artık.
Bir de müdürler için, haftada 6 saat, ya da 6 saate kadar derse girme zorunluluğu getirilmişti. Zavallı müdürüm iş yükünden feleğini şaşırmış, nereye gideceği belli değil, “aman derse girmeyi de ihmal etme” diye gözdağı veriyoruz. Zaman bulup girememişse de cezayı basıyoruz.
Ya ardı arkası gelmeyen toplantılara ne dersiniz. Bir yerlerde gereğinden çok toplantı yapılıyorsa, orada fazla sorun var demektir. Hele de koordine edilememiş mükerrer toplantılar varsa. İlin, ilçenin, eğitim bölgelerinin, müfettişlerin, diğer kurumların, seçimlerin vb. toplantıları bir esasa oturtulmalı, gereksiz ve bıktırıcı hale getirilmemelidir.
Seminer ve kurslar da buna eklenirse içinden çıkılmaz bir hal alan bu döngü içinde müdür ne yapabilir ki.
Anlayacağınız müdürlerimizin sorunları “bir dokun bin ah işit” cinsinden, saymakla bitmez. Gelin fedakâr, cefakâr, yüreğini hizmet aşkıyla yoğurarak ülkesine hizmet eden müdürlerimizi azıcık anlamaya çalışalım.
Teşekkür, takdir ve aylıkla ödül gibi taltiflerden de mahrum edilen,çileli bu eğitim gönüllülerine vefa borcumuzu ödemek istiyorsak azıcık empati yapalım.
Çoğu kez eş ve çocuklarının bile zamanlarını çalarak,gece, gündüz, tatil demeden görevlerine ilave eden, bu vefalı insanlara ülkemiz adına ufacık bir teşekkürü bari esirgemeyelim.
Okul yöneticiliğinin avantajlı, rahat olduğunu sananlar varsa, görevin getirilerini ve götürülerini mercek altına alsınlar. O zaman bu fedakâr insanların ne çileler, sıkıntılar, acılar vb. çektiğini yakinen görürler.
O’nlar, yöneticiliği daha fazla para kazanmak, şan şöhret yapmak, rahat etmek için seçmediler. Belki de kusurları, yüreklerinde yanan hizmet aşkına engel olamamalarıdır. Bu sevdayı, kendilerini ülkelerine adayarak tatmayı yeğlediler.
Geriye sadece, tatlı bir yorgunluk ve görevlerini laikiyle yapmanın iç huzuru kalacaktır. Bari bizler bu gönül insanlarını kırmayalım. Yılların emeği kalplerinde burukluğa, gözlerindekedere dönüşürse büyük haksızlık olmaz mı?
“İnsanların hayırlısı, insanlara hizmet edendir.” Düşüncesinden hareket ederek; eğitim ordumuzun bu isimsiz kahramanlarını ayakta alkışlıyor, minnet duygularımı, şükranlarımı ve sonsuz saygılarımı gönderiyorum.