Şu kıssayı duymuş olabiliriz: Evin hanımı, her gün, kocasına komşu kadının yıkadığı çamaşırları göstererek “Bu kadın çamaşır yıkamayı bilmiyor, bak çamaşırlar leke içinde.” dermiş. Kadının bu değerlendirmesi birkaç gün sürmüş. Bir gün bakmış ki bir değişiklik var, çamaşırlar tertemiz. Kocasına bu defa, komşu balkondaki çamaşırları göstererek “Kadın çamaşır yıkamayı öğrenmiş; baksana çamaşırlar bembeyaz olmuş.” deyivermiş. Kocası tebessüm etmiş ve “Ben akşam, camları sildim, kaç gündür senin kirli dediğin, çamaşırlar değil, camlardı.” demiş.
Kadının bu haline illüzyon denir. İllüzyon, dilimizde yanılsama, yanılmaca, gözbağcılık diye karşılanır. İllüzyonun aşırısı, sağlıklı olmama halidir, hastalıktır. İllüzyon, her kişide farklı derecededir.
Gözleri ağlamaktan yaşla dolan Fuzuli’nin “Su Kasidesi”nde gökyüzünün yağmur yüklü bulutlarla kaplı olduğunu söylemesi de bir illüzyondur. Yanılsama, her insanda mevcuttur. İnsan, öznel varlıktır. Kişinin, kendisinin yanılsamadan uzak kaldığını, nesnel olduğunu söylemesi, varlık özelliklerini inkâr etmesi, meta olduğunu ilan etmesidir. Biz insanız, hatalarımızla varız. Zaaflar, yanılsamalar, insan olmanın doğal sonucudur. Kişinin yetiştiği çevre, zevk algılaması, dünya görüşü, yerleşik değerleri, beklentileri; birer yanılsama nedeni olabilir. Bunların içinde en kötüsü, ideolojik takıntılar ve menfaat esaretidir. Bu tür takıntı ve esaret, bir körlüktür, kişiyi inkâra hatta küfre kadar götürür.
Birey olarak, iç ve dış dünyamız arasındaki cam duvarı temizlemeliyiz. Camların kirliliğe oranında hata yaparız. Yanlış algılama, yanlış bilgi demektir. Yanlış bilgi de yanlış yorum ve istenmeyen sonuç demektir. Doğmalarla ve önyargılarla yüklenmiş bir eğitimin nesliyiz. Bizim neslimiz, kokuyla yetiştirildi. Öğrendiğimiz taklidi ilk kelimeler, “cıs, acı, öcü…” oldu. Gittiğimiz okullarda, bize, düşmanlarla çevrili bir ülkede yaşadığımız, içte ve dışta pek çok düşmanımız olduğu öğretildi. “Yasak, bölünme, irtica, komünizm, vatan düşmanı” en çok duyduğumuz ve bilinçsizce kullandığımız kelimeler oldu. Gözlüğümüzün veya evimizin camlarına bunlar siyah harflerle yazıldı. Tabular, önyargılar, doğmalar, değişmez ilkeler, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeler esaret zincirimizin halkaları olarak karşımıza çıkarıldı. “Sorgula” kültürü yerine “kabul et” kültürü ile yetiştirildik. Vatana bir kuruşluk faydası olmayıp vatanseverlik rantından geçinenler bey; kurulu değerleri birazcık sorgulamak isteyenler bölücü, vatan düşmanı oldu.
İnsan, özgür varlıktır, özgür yaratılmıştır. İnsanın özgürlüğü, iç ve dış dünyasını doğru algıladığı orandadır. Baktığı camı kirli olanlar, iki dünyanın da fatihi olamazlar. Kendi yaşamımızda bunun sınırsız örneğini yaşamışızdır. Bir zamanlar doğru kabul ettiğimiz değerlerin yıkılmasıyla hafiflediğimiz, korkularımızın yok olmasıyla özgürlük havası teneffüs ettiğimiz, “Yıkılsın bu dünya!” dediğimiz olmuştur. Böyle durumlar, biz yaşadıkça olacaktır. Bu evrensel yasadır.
Eğitimin temel amacı, insani değerlere ulaşmak için insanı özgür kılmak olmalıdır. Özgürlük, öğretilebilen bir değerdir. Kendini ve genel anlamda insanı önemseyenler, ona yaratılmışların en şereflisi gözüyle bakanlar, eğitim işine insanı özgürleştirerek başlarlar. Bu anlamda, yeni bir yapılanmaya ihtiyacımız var.
Prangasız ve kösteksiz bir dünya için, camlarımızı hemen silmeye başlayalım.