Ortada, katledilen, masum bir buçuk milyon insan ve yerle bir edilen, bin yıllık medeniyet varken, bunların faili birinin, işgalci askerler için şu sözleri söylemesi insanı çıldırtıyor: “Görev kolay değildi; ama bu operasyon, Amerika’nın güvenliği, Iraklıların hayalleri ve dünyada barış için gerekliydi.” Zalimin bu sözlerine hain ve işbirlikçi ruha sahip Talabani’nin ‘Ülkemizi kurtarmaya yardımcı olan kişi, Irak halkının büyük dostu’ övgüsüyle cevap vermesi, Irak’ın artık ‘demokrasi, insan hakları ve refah içinde olduğunu’ iddia etmesi, gören göze, titreyen kalbe, duyarlı vicdana, doğru ahlaka sahip herkesi iyice çileden çıkartıyor.
Bu ikiyüzlülüğe, zulme, ahlaksızlığa, kindarlığa, yüzsüzlüğe tahammül edemeyen biri çıktı, iki ayakkabısını da adamın yüzüne fırlattı. Fırlatırken de “İşte bu veda öpücüğü, seni köpek” diye bağırdı. Bu kahramanın adı, Muntazer el Zaidi. Mesleği, gazetecilik. Oldukça genç. Hemen yakalandı, sorguya alındı. Yapılan bu hareketten dolayı, işbirlikçi hükümet, özür diledi. Yalaka gazeteciler, olayı kınadı. Irak halkı ve dünyanın ezilmiş insanları, duygularının eylemcisi olarak algıladıkları bu genç gazeteciyi kahraman; olay gününü de kara mizah olsun diye “14 Aralık Dünya Ayakkabı Günü” ilan ettiler. Olay sonrası sokaklara dökülen Iraklılar, bir çubuğun ucuna yerleştirdikleri ayakkabılara “Go Home (Defol) Amerika” yazıları ekleyerek gösteri yaptı.
Ortada samimiyet kalmadı, büyük bir çelişki mevcut. Bush, Amerikan’ın, Irak’ta “Iraklıların hayalleri, dünya barışı ve demokrasi” için bulunduğunu iddia ediyor; Iraklılar ona ayakkabı fırlatıyor ve “Defol” diyor. Bu çelişkide iki şey söylenebilir: Ya Bush yalancı ya da Iraklılar nankör. Kimin ne olduğuna, yaşananlara bakarak siz karar verin.
Olay, bizde de yankısını buldu. Herkes kendi dünya görüşüne göre yorum yaptı. Sessiz çoğunluk diye nitelenen insanlar ve medyanın bir bölümü olayı ezilmişlerin çığlığı veya tepkisi olarak değerlendirirken, bir kısım medya da gazetecilik ahlakıyla ve Arap kültürüyle izah etmeye çalıştı. Hatta bu delikanlıya Saddamcı diyenler çıktı. Amerikan uşağı medya, El Zaidi’yi savunmak isteyen iki yüz avukatı Saddam’ın avukatları yapıverdi. M. Ali Birand’ın verdiği haber daha komikti. Ona göre, ayakkabı atmak, Arap kültüründe birine hakaret etmek anlamına geliyordu; onun için Bush’a ayakkabı atılmıştı. Camilere ayakkabı ile girilmemesi de bu kültürün gereğiydi. Yılların gazetecisi kimliğine sahip olan bir haber spikeri, haber sunduğu toplumun kültürüne, değerlerine ancak bu kadar yabancı olabilir. Bunun adı, olsa olsa, kültür yobazlığıdır.
Bush’a ayakkabı fırlatmak, şüphesiz, haklı bir tepkinin sonucudur. Fırlatılan bu ayakkabının altında hakarete, tacize uğrayan on binlerce insan, katledilen bebeler, yok edilen medeniyet, heba edilen sınırsız servet, doğal zenginlik, ipotek edilen gelecek var. Ayakkabı fırlatmak, bir acizliğin ilanı; ancak bu insanların yapacak bir şeyleri kalmamış fırlatmaya yarayacak ayakkabılarından başka. Yöneticiler satılmış, servet peşkeş çekilmiş, ordu dağıtılmış, halk birbirine düşürülmüş, ümitler söndürülmüş, vicdanlar iğdiş edilmiş. O ayakkabıyı atan kişi, ben olsaydım, iki atışa da iki isim koyardım. Biri, geçmiş; diğeri, gelecek. İlk atışım, geçmişimin mahvedilmesi; ikinci atışım günümün ve geleceğimin zindan edilmesi olurdu.
Fırlatılan ayakkabıların, kendini koruması sayesinde Bush’un yüzüne isabet etmemesi; ancak Amerikan bayrağına isabet etmesinde de ayrı bir sır var. Ayakkabılar Bush’un yüzüne isabet etseydi, insanlar belki de kırılan burun veya kör olan gözle uğraşacaklardı, olayın duygusal boyutu öne geçecekti. Böylece verilen tepki gölgelenmiş olacaktı. Bayrağa isabet etmesini de tepkinin, Bush’tan öte, daha çok Amerikan ahlakıyla ilgili olduğu şeklinde yorumlamak gerekir.
Tepki koymak insani bir erdem. Gazetecilerin tepkisi daha anlamlı oluyor. Bizim tarihimizde Süleyman Nazif ve Hasan Tahsin işgale karşı tepki veren gazeteciler. Onlar bir kurtuluşun kıvılcımı oldular. Keşke El Zaidiler de bu tepkilerini Irak işgali başlamadan verebilseydiler. Belki milyonlar kurtulur, tarihin seyri değişirdi.