CHP’nin öncülüğünde yapılan “Ekrem İmamoğlu’na destek mitinglerini” yandaş medya ve TRT görmezden geldi. Buna karşılık, CHP Genel Başkanı Özgür Özel hem bu medya kuruluşlarına ve hem de yandaş medya patronlarının sahibi olduğu diğer şirketlerine karşı boykot çağrısı yaptı.
İktidar kanadında yarattığı paniğe bakarak söyleyebiliriz ki, boykot eylemi maksadına ulaştı.
Arkasından bazı gençlerin başlattığı ve CHP’nin moral destek verdiği “2 Nisan’da alışveriş yapmama” eylemi de umulandan fazla ses getirdi. İktidar bütün gücünü kullanarak ve tüm yandaşlarına 2 Nisan’da alışveriş yapmaları için çağrılar yaparak bu eylemi başarısız göstermeye çalıştı. Buna rağmen Şubat ayı ortalaması 47 Milyar TL, Mart ayının ilk üç hafta ortalamasına göre günlük 50 Milyar TL olan kartlı alışveriş 28 Milyar TL olarak gerçekleşti.
Bu sayede çarşıda pazarda görmeye alışık olmadığımız bakanlarımızı -Alman Şansölyesi Merkel gibi- kendi alışverişlerini yaparken görebildik. Sadece bu görüntüler bile eylemin maksadına ulaştığını göstermeye yeterli oldu.
Bu eylemler için “bazı küçük esnafa olumsuz etkisi oldu” gibi haklı eleştiriler de yapıldı. Çok hazırlıklı olmadığı, yeterince duyulmadan başlatıldığı, bazı firmaların hatalı olarak listelere dâhil edildiğini söyleyenler de haksız sayılmazdı.
****
Tayyip Erdoğan’ın eski metin yazarı, Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal, 4 Nisan 2025 tarihli yazısında “Hani ‘boykot’ diyorlar ya; sermaye dönüştü, para el değiştirdi. Bir gün değil bin gün, on bin gün tüketmeseniz, artık çarşı-pazar, dükkânlar, mağazalar, kafeler yokluğunuzu hissetmez. Yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz” diye yazdı. Şu kibre, “güç bende artık” tavrına bakar mısınız?
Bunlara göre, Ekrem İmamoğlu’nu seçenler, Ümit Özdağ’ı destekleyenler, muhalefete oy verenler “millet” değil, onların iradesi “milli irade” değil.
Yine bir yandaş gazeteci, TV’de canlı yayında, TRT’nin eyleme destek veren bir oyuncuyu dizi kadrosundan çıkartması eleştirilip, “vatandaşların vergileriyle faaliyet gösteren bir kamu kuruluşu olarak, TRT’nin her görüşten vatandaşlara açık olması gerektiği” söylendiğinde, “Onlar vatandaş değil, Türkiye’de bir azınlık. Onların bir önemi yok Türkiye’de” diyebildi. Şeytanın insanda en sevdiği huy kibir değil miydi?
Eylemlere katılan milyonları “millet” saymayan, onların iradelerini “milletin iradesi” saymayan bir zihniyetin dışa vurumuydu bu sözler. Aslında eylemler adaletsizliğe ve milletin bir kesimini düşman gören bu zihniyete karşıydı.
Ancak iktidarın korkutmalarına, İstanbul Başsavcılığının eylemcilere dava açılacağı tehdidine, Ticaret Bakanının şirketlerin tazminat davası açabileceği açıklamalarına rağmen eylemler etkili oldu.
Yasal otorite istemediği veya yasakladığı halde, şiddetsiz ve kamuya açık kitlesel “sivil itaatsizlik eylemleri” önümüzdeki dönemde devam eder mi, yeni şekillerde karşımıza çıkar mı?
Bu soruların cevabını bilmiyoruz. Ama sosyal medyada çok ilginç sivil itaatsizlik eylem tekliflerini okuyoruz.
****************************************
Tüketimden Kaynaklanan Gücün Kullanılması
“Belli markaları boykot” ve “bir günlük satın almama” eylemleri olduğunda, aklıma (birer kamu kuruluşu olduğu dönemde) Petkim ve Tüpraş’ta yaşadığımız işçi eylemleri aklıma geldi.
Petkim ve Tüpraş ülke ekonomisi için stratejik önemi olan ürünler ürettiği için grev yasağı uygulanan şirketlerdir. Aynı zamanda tesislerinde yanıcı, patlayıcı ve parlayıcı maddeler üretildiği ve depolandığı için buralarda işçi eylemleri yapılması çok risklidir.
Ancak benim çalıştığım dönemde yetkili olan işçi sendikası (Petrol İş) “ÜRETIMDEN KAYNAKLANAN GÜCÜNÜ KULLANMAK” adını verdiği eylemleri ile neredeyse “grev” mertebesine yaklaşacak şekilde etkili olabiliyordu.
Mesela birkaç defa işe gelen vardiyaların fabrikaya girmemesini, kafeteryada toplanmalarını sağlamıştı. İçerideki çalışan vardiyanın 32 saat çalışmasıyla üretimi kesmeden ama riski artırarak yönetimi zorlamıştı. Fabrikalarımız 24 saat kesintisiz ve sürekli üretim yapan proseslere sahipti. Sendika, şirket yönetimi ile devam eden pazarlıklarda yine de istediği sonucu alamayınca, içeride çalışmakta olan işçileri de fabrikalardan çekmişti.
Emniyetli bir şekilde üretimi durdurmadan fabrikalardan işçilerin çekilmesi demek Petkim, Tüpraş ve gaz dolum tesislerinin de içinde bulunduğu bölgenin tamamını yangın ve patlama riskleriyle baş başa bırakmak demekti.
O sırada Petkim CBR sentetik kauçuk fabrikasında Başmühendis olarak çalışıyordum. Bu büyük riskin ortasında, sorumlu olduğum fabrikamda, mühendis ve müdür yardımcısı (sendikalı olmayan) 5 arkadaşımla fabrikayı emniyetli bir şekilde durdurmaya başladık. Bu sırada sendika ile yönetimin anlaşması sonucu işçiler fabrikaya döndüler.
Ben iktidarla muhalefet arasında da… işçi- işveren ilişkilerinde de…her iki tarafın güçlerinin dengeli olması gerektiğine inanırım. Sendikaların ideolojik olmayan ve şiddete başvurmadan yaptıkları “hak arama mücadelesini” de çok değerli bulurum. “Üretimden kaynaklanan gücün kullanılmasını” da -yaşadığımız streslere rağmen- hep saygıyla karşıladım.
Günümüzde yapılan “boykot” ve “bir günlük satın almama” eyleminin de “TÜKETİMDEN kaynaklanan gücün kullanılması” olarak değerlendiriyorum. Yeter ki şiddet içermesin ve ekonomiye “telafisi güç ya da imkânsız zararlar” vermesin.
****************************************
İktidara Düşen…
“Belli markaları boykot” ve “bir günlük satın almama” eylemleri yasaldır.
İktidar ve bizzat CB Erdoğan’ın da zaman zaman vatandaşlarımızı “satın almama özgürlüğünü kullanmak” için çağrı yaptığını unutmayalım. (06.01.2025)
Eylemler “yasal” sayılmasa bile, “sivil itaatsizlik eylemi” olarak meşrudur. Çünkü katılanlara göre, “kuvvetler birliği sistemi” içinde, “zulüm ve haksızlıklara” karşı “tek çare” olarak “kamu vicdanına” seslenmek kalmıştır. Muhtemelen eylemcilerin çoğu “böyle durumlarda vatandaşların haksızlıklara karşı koymak hem hakkı ve hem de görevidir” inancı ile katılmıştır.
İktidarın yapması gereken şey, eylemleri zorla kırma ve güvenilmez rakamlarla önemsiz göstermek değildir. En doğru olan yöntem, bu eylemlere katılan vatandaşlarımızın vermek istediği mesajı doğru algılamaktır. Yani siyasal etkilerden arındırılmış bağımsız ve tarafsız bir yargı ve idare yaratmak… Bütün vatandaşlarına adil ve eşit davranmak… Demokratik bir hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirmektir.