Boykot mu, İstiğna mı?

9
Kadir Durgun
Profil resmi

“Bilginin, irfana dönüşmüş hali bu olsa gerek.” dedim kendi kendime. İrfanî bakış; şeytanın dediği yerden değil de Rahman’ın gör dediği yerden bakabilmek olaylara ve olgulara. Kendime kızdım, düşündüğüm şeyi ben şimdiye kadar niye böyle ifade edemedim diye.

Sadettin Ökten Üstat’a soruyorlar, “Boykot hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye. Boykota karşı olduğunu söylüyor Sadettin Hoca. Önce irkiliyorsunuz. Gazze’de soykırımcı, katil İsrail’i destekleyen firmalara yönelik boykotu desteklememek, boykot kırıcılığı değil midir, diyorsunuz. Sadettin Hoca devam ediyor: “Boykot Batı kaynaklı bir kelime, bir kişi veya kuruma veya ürüne karşı geçici olarak kendini frenleme, arzu ettiğin halde ona karşı ilgisiz kalmaktır. Bu geçici bir protestodur. Ben ise müstağni kalıyorum. Onların sattığı her şeyi ihtiyaç dışı kabul ediyorum, gündemime sokmuyorum.” diye cevap veriyor.

Müstağni, istiğna eden, kanaatkâr demek; istiğna da önerilen bir işe karşı isteksiz davranma, gönül tokluğu, doygunluk demektir. “Zenginlik, çok şeye sahip olmak değil, az şeye ihtiyaç duymaktır.” diyen bilge, aynı zamanda gerçek zenginliğin müstağnilik olduğunu ifade etmiş oluyor.

Batı ve Siyonist ahlakı üzerine kurulan vahşi kapitalist sistem, arzuların sınırsızlığını sınırlı kaynaklarla çatıştırarak insan emeğini sömürüyor, böylece ayakta duruyor. Kapitalizm, önce arzularımızı canavarlaştırıyor, sonra da bizi arzularımıza yem ediyor. Eşya alımında yapılan kampanyaların, ihtiyacımız olmadığı halde bir gün lazım olur düşüncesiyle alarak yaptığımız gereksiz masrafların, daha da pahalanmadan alıp bir kenara koyalım düşüncesiyle stokladığımız eşyaların, birilerine fark atmak veya birilerine üstünlük sağlayarak basit duygularımızı tatmin için aldığımız ve bir daha kullanmadığımız eşyaların esiri, böylece kapitalist sistemin hizmetkârı oluyoruz. Ne kadar farkındayız?

İstiğna, ihtiyaç dışı olan bir metayı arzu etmemektir. İstiğna, kapitalist sistemin arzu etmediği bir yaşam tarzıdır. Müstağni kişi, gönlüyle zaten zengin olduğu için kimseyle yarışmaz, gelmesi meçhul yarınlar için birikim yapmaz. Ona göre yarının bir sahibi vardır. Gün doğmadan neler doğar.

Bir gün bir öğrencimin ders sırasında bana “Hocam, sizin başka bir pantolonunuz yok mu?” dediğini hatırlıyorum. Ben hiç dikkat etmemiştim, önemsememiştim. Meğer her gün aynı pantolonu giyermişim. Öğrencime göre her gün ayrı kıyafet giymeliydim; belki de ayakkabılarım, gömleğim, pantolonum birbiriyle uyumlu olmalıydı. Bu, bir algıdır; bu, bir anlayıştır; bu, israfa dayalı kapitalist ahlaktır. Ne kadar tüketim; o kadar istek, ne kadar tüketim o kadar ihtiras, ne kadar tüketim o kadar kavga, gözyaşı, kan demektir. Kişilerde bencilliği artıran, ihtirasları körükleyen, insani duyguları törpüleyen; toplumlarda ise savaşlara, soykırımlara, düşmanlıklara yol açan, işte bu ahlaktır. Bu ahlakın merhemi, boykot değil, kalıcı bir müstağni hayat tarzıdır. 

Batılı bir şirket, yeni bir tür terlik üretir. Pazarlamacısını Afrika’da bir ülkeye gönderir. Fakat pazarlamacı hiç terlik satamaz; çünkü oranın halkı yalın ayaktır. Birkaç yıl sonra başka bir pazarlamacı aynı ülkeye gider, bir süre sonra “Bana binlerce çift terlik gönderin.” diye faks çeker. Uyanık pazarlamacı, önce terlik kullanmayan yerel halka terliğin bir ihtiyaç olduğunu öğretmiş, onlar da bunu bir şekilde kabullenmiş, daha sonra binlerce terlik satmıştır. Siz ister pazarlamacılık yöntemi deyin ister uyanıklık deyin ister akıllık deyin; sonuçta kapitalist ahlak budur. Kişiye ihtiyacı olamayan eşyayı ihtiyaç diye kabullendirir; önce ucuz, sonra da pahalı satar.

Sokrates, erken kalkmaktan hoşlanmazmış. Onun bu halinden nefret eden ve oğlunun zengin bir tüccar olmasını isteyen annesi, öğretmenden yardım istemiş. Öğretmen Sokrates’e şu öykücüğü anlatmış: “İki kuş varmış, biri erken uyanıp böcek yiyip yavrularını beslermiş, diğeri geç uyanıp yiyecek bir şey bulamazmış…” Öğretmen, hikâyeden ne anladığını sorar. Sokrates: “Erken kalkan böcekler, kuşlar tarafından yenir.” cevabını verir.

Olaylardaki mesajı, evrenin dilini, eşyadaki hikmeti, yaratılıştaki sebebi anlamayan kişilerle bir sonuca varmak çok zor. Sınav süreci bunu anlamakla veya anlayamamakla başlıyor ve bitiyor. Neyi, nasıl anladığınız, niyetinizle ve onu besleyen ahlakınızla ilgili. Siyonist ahlak, dünyayı bir kavga mekânı; Roma-Grek ahlakı sömürü alanı gördüğü için bu evrende huzuru beklemek beyhudedir. İslam ve Siyonist-Hristiyan ahlakı, dünya görüşü arasında derin uçurumlar var. Hikmete dayalı ahlak, müstağni hayat tarzını esas alırken daima kazanmaya yönelik ahlak; sömürüyü, kavgayı telkin etmektedir, üretmektedir. Dünyayı bataklığa çeviren bu sineklerden korunmanın çaresi, onların telkin ve algılarından bizi uzaklaştıran bir medeniyet inşa etmektir. Böyle bir medeniyet evreninde boykota da gerek kalmaz.

Bütün yolculuklar, ilk adımla başlar. İnsanlık düşmanlarıyla mücadelede zafer için, müstağni, gönlü tok olmak, vazgeçilmez şarttır.