Kapitalizmin bir üst evresi olan küreselleşmeye geçmeye hazırlanman Emperyal Güçler; Ulus Devletleri “etnik, dini ve mezhepsel ayrılıkları kaşıyıp iç harbe götürerek” parçalamak ve uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda “sınırları kaldıran, aynı dil ve parayı kullanan” tek kutuplu yeni bir dünya düzeni kurmak istemektedir. Çünkü Ulus Devletlerin “bayrak, resmi dil, para, eğitim, sınır, hukuk, gümrük, kota, vergi vb. ulusal düzenlemeleri, milli-dini ve kültürel değerleri ile hedef ve ülküleri” küreselleşmeye engel olmaktadır. Bu yüzden hedef ülke üzerinde “BM, NATO, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, IMF vb. uluslararası örgütlerle” hâkimiyet kurulmakta, demokrasi yalanlarıyla oluşturulan teslimiyetçi yönetimler ile egemenliği paylaşılmakta, toplum mühendisliği uygulamalarıyla milli refleksleri kırılmakta ve yer altı ve üstü kaynakları sömürülmektedir.
BOP veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifi; tek kutuplu dünya arayışının, Avrasya ve Ortadoğu’yu terbiye etme ve dönüştürme projesidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok sayıda ülkenin fiziki sınırlarını değiştirmeyi amaçlayan bu projenin bölge haritaları, Afrika’dan-Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Şimdiden; Kore-Rusya-Yugoslavya-Çekoslovakya-Gürcistan-Azerbaycan ve Sudan bölünmüş, Lübnan ve Afganistan kan gölüne dönmüş, Güney Afrika-Filistin ve Irak işgal edilmiş, Litvanya turuncu devrimle karıştırılmış, İran nükleer program bahanesiyle tehdit edilmiş, Somali bombalanmış, Vietnam-Küba-Pakistan ve Hindistan karıştırılmış, Libya-Fas-Tunus-Cezayir-Moritanya-Mısır-Arabistan-Bahreyn-Ürdün-Umman-Yemen ve Suriye Arap Baharı ile iç harbe sürüklenmiş ve Türkiye bölünmenin eşiğine getirilmiştir.
İslam Alemini Sünni-Şii olarak ayırmaya çalışan Siyonist-Haçlı İttifak, Türkiye’yi geri dönüşü olmayan tehlikeli bir oyuna çekmektedir. Batılılarca Suriye’ye yönelik dezenformasyon kampanyası yürütülmesi (Beşşar Esad resmine secde ettirilmeye zorlanan birine ait video, Apo’nun Şam’da olduğu döneme ait fotoğraflar, Hacı otobüsünün kurşunlanma görüntüleri, Mevlid Kandilinde katliam yapıldığı haberleri vb.) ve ülkenin El Kaide sahaya sürülerek Sünni-Şii iç harbine sürüklenmesi, Irak’ın mezhep temelli bölünmesi, Mısır ile İran’ın üstüne gidilmesi ve eşzamanlı olarak Türkiye’de Dersim Hadisesinin kaşınması; çok fazla provokasyon kokmaktadır.
Elbette Türkiye ile Suriye arasında; Hatay, PKK, Ortadoğu Politikalarından kaynaklanan liderlik, su vb. siyasi-ekonomik-sosyal sorunlar vardır. Diktatörlükle yönetilen ve Lübnan Başbakanı Refik Hariri’ye suikast düzenlediği iddia edilen Suriye “Hatay-Şanlı Urfa ve Gazi Antep İllerini kendi sınırlarında gösteren, Türkmenlere eziyet eden, bazı Arap kökenli vatandaşlarımıza ticari avantajlar ile ücretsiz eğitim hakkı sağlayan ve sınıra yakın yerlerde (özellikle halk oylamasında kaybettiği Hatay’da) arazi aldıran, 1. Dünya Harbinde İngiltere ile bir olup bizi arkamızdan vuran, Yunanistan ile aleyhimizde askeri antlaşma yapan, Apo’yu barındıran ve PKK’yı destekleyen” güvenilmez bir ülkedir. Apo ifadelerinde “Suriye’de ilk yerleşimin 1982’de Filistin Kimliği ile ev tutularak başladığını, Şam’da Karargahı olduğunu ve örgütü oradan yönettiğini, Şam’da Kürtçe Okul açtıklarını, bu okulun yanında matbaaları olduğunu ve gazete-dergi bastıklarını, Cemil Esad ile görüştüklerini, siyasi-askeri-finansal-sahte kimlik-sınır geçişi vb. destek aldıklarını, El Muhaberat İstihbarat Teşkilatının kendilerinden Suriye’deki faaliyetlerine göz yumma karşılığı Türkiye’de yoğun eylem yapılmasını istediğini” beyan etmektedir.
Ancak Suriye “PKK yüzünden ilişkiler iyice gerilince” Türkiye ile olası bir savaşı göze alamadığından Apo’yu ülkesinden çıkarmış ve 1998 Adana Mutabakatı ile terör örgütünü desteklemeyeceğini taahhüt etmiştir. Soğuk savaşın bitmesi, Demirperde Blok’unun dağılması, Rusya’nın zayıflaması ve ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra; bölgesel işbirliğine yönelmiş, Türkiye’ye yakınlaşmış ve rol-model almaya başlamıştır. Türkiye’de olumlu adımlar atmış ve iki ülke arasında ortak bakanlar kurulu toplantısı ile gümrüklerin kaldırılmasına varan sıcak ilişkiler kurulmuştur. Fakat Türkiye’nin Arap Baharı ile başlayan isyanlardan sonra çark ederek “ABD-İsrail-AB ve Arap Birliği ile aynı cephede yer alması, sert açıklamalarla Suriye’nin üstüne gitmesi, Suriye’den kaçan rejim muhaliflerini çadır kentlerde barındırması, Suriye’de illegal sayılan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün basın açıklamasına göz yumması, Suriye’de kurulan sözde hür orduya silah ve cephane temin ettiği iddiaları nedeniyle” ilişkiler yine gerilmiştir. Beşşar Esad, Ahmet DAVUTOĞLU’na “Suriye’ye nasihat ve tavsiye verebilirisiniz, ama başkalarının buyruklarını tebliğ edemezseniz” demiştir. Bölgede yalnız kalan Suriye; Rusya, Çin ve İran’a yakınlaşmış, Hizbullah ile Hamas’ın desteğini almış ve çıkan isyanları kanlı bir şekilde bastırma yoluna gitmiştir. Bu süreçte önce ABD, sonra Rusya Akdeniz’e uçak gemisi göndermiş ve sular ısınmıştır. ABD’nin BM nezdinde Suriye’ye karşı girişimleri de, Rusya ve Çin’in vetosuna takılmış ve gerilim iyice artmıştır.
Suriye’de rejim değişikliği için yapılan gösteriler, Ortadoğu’da demokrasi isteyen halk ile otoriter yönetimler arasındaki mücadeleyi tetikleyerek; bölgenin güç dengelerini bozacak noktaya gelmiştir. Durumun ciddiyetini anlayan Arap Birliği Suriye’ye baskı yapmış ve hükümet tarihin en büyük siyasi-hukuki-sosyal reformlarını yaparak demokratikleşme süreci başlatmıştır. Ancak uluslararası kamuoyu tüm bunları “rejimin varlığını korumak için yapılan ve inandırıcı olmayan yetersiz hamleler olarak algılayıp” görmezden gelmiştir. Suriye’nin 2012’de çok partili siyasi yaşam için seçimlere gitmesi bu algıyı yıkabilir ve Ortadoğu’nun otoriter yapıdan, demokratik sisteme geçişinde önemli bir köşe taşı olabilir. Devlet-toplum ilişkisinde; din, mezhep, ırk, aşiret, aile vb. bağların yoğun olduğu ve bireysel özgürlükler ile modern vatandaşlığın gelişmediği ülkelerde; bu tür dönüşüm süreçlerinin sancılı olacağı ve rejim yıkılsa bile yeni kurulacak sistemde “Irak’ın işgalinden sonra oluşan parlâmenter düzen gibi” bu bağların etkinliğini devam ettireceği aşikârdır. Bu yüzden Küresel Güçler demokrasi ve reformun “şiddet ve savaşla değil” diyalog ve işbirliğiyle sağlanabileceğini görmeli ve acele ederek Suriye’yi Irak’ın durumuna düşürmemelidir. Batılıların “Suriye’ye harekât düzenleme ve askeri tampon bölge oluşturma” niyetleri tehlikelidir. Suriye’ye “Batılı Devletler veya destekledikleri Türkiye gibi bölgesel bir güçle” yapılacak bir dış müdahale; iç harbe, parçalanmaya ve Ortadoğu’yu karıştırarak 3. Dünya Harbine neden olabilir.
Zaten Batılıların Ortadoğu Halklarını düşündüğü ve demokrasi, insan hakları ve özgürlükler için uğraştığı, tarihi bir yalandır. Bölgenin kalkınmasını hiçbir zaman istememişler ve emperyal planları için çıkardıkları isyan ve savaşlarla, masum insanların katledilmesine yol açmışlardır. Bazı Devlet Adamları, Aşiret Reisleri ve Siyasiler “güç ve itibar elde etmek için Batılılarla işbirliği yaparak” kendi ülkelerini kana bulamışlardır. Emperyal Güçler “kurak bir coğrafyası olan, feodal yapı ve tarım toplumu nedeniyle gelişmeyen, fakir-eğitimsiz ve cahil insanlardan oluşan ve bilgi çağının gerisinde kalan” bu bölgede, toplum mühendisliği uygulamaları ile kaos yaratmışlar ve önümüzdeki süreçte küresel hedefler için yine birçok masumun öldürüleceğini belli etmişlerdir. Dünyanın hiçbir döneminde etnik-dini-mezhepsel ayrılıklar bu kadar gündeme gelmemiş ve insanlar kimlikler ön plana çıkartılarak bu kadar rahatsız edilmemiştir. Bu hayâsız saldırıya karşı uluslararası işbirliği yapmak ve Ortadoğu’nun barış ve istikrarı için; bölge dışı müdahaleleri önlemek ve bir refah alanı oluşturmak elzemdir.
Türkiye; Suriye ile ilişkilerde ihtiyatlı olmalı, mütekabiliyet esasına göre hareket etmeli, bölgesel işbirliği çerçevesinde yakınlaşmaya çalışmalı, fakat Batılılar istiyor diye savaş ilan ederek; Ortadoğu’da kin ve nefret tohumları atılmasına vesile olmamalıdır. Elbette körü körüne Beşşar Esat’tan yana olmak, Suriye’de ki insan hakları ihlallerini yok saymak ve yönetimi ele geçiren Şii-Nusayri grubun, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünnilere yaptığı zulmü görmezden gelmek; doğru değildir. Yanlış olan “komşularla sıfır sorun diye yola çıkan Türkiye’nin” işbirliği ve dayanışmayı arttırarak bölgesinde istikrar ve barış alanı yaratma yerine, Batı ve NATO eksenine iyice kaymasıdır. Türk dış politikasındaki bu hızlı değişim; Türkiye’nin güvenirliğine ve bağımsız bir güç olduğu imajına büyük zarar vermiştir. Türkiye’nin sert açıklama ve müeyyidelerle Suriye’nin üstüne gitmesi ve Malatya’ya Füze Kalkanı için radar kurması; hem bu ülkeyle olan ilişkileri germiş, hem de Rusya-Çin-İran ve Hindistan’ı kapsayan Şanghay İşbirliği Örgütü ile bizi karşı karşıya getirmiştir. Batı ile Doğu arasında sıkışıp kalan Türkiye “tarih bir tekerrürden ibarettir, hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi” sözlerinden ders almamış, muhtemel bir 3. Dünya Harbinde safını çok erken belli ederek husumeti üzerine çekmiş ve iki gemi yüzünden 1. Dünya Harbine giren Osmanlı gibi, iki radar yüzünden savaşın eşiğine gelmiştir.