Üç yıldır Oslo’da başlayıp Imralı, Kandil ve Dolmabahçe’de devam eden” Çözüm süreci”‘nden, 7 Haziran seçimleri öncesi MHP’nin oylarını devşirmek için vazgeçildiğinin işaretleri verildi. Seçimler sonucunda oylar yüzde 41’e düşüp, HDP barajı aşıp iktidarın elden gittiğini gören AKP, ilk günden erken seçim histerisine tutuldu. Yıllardır PKK’ya ve IŞİD’e karşı yapılmayan operasyonların bugün gündeme gelmesi, doğrudan yapılacak bir erken seçimin sonuçlarını etkilemektir.
21. Yüzyılda yapılan ilk ve tek Sarayın sakini ise, en aktif aktörü olduğu 7 Haziran seçimlerinde uğradığı hayal kırıklığını tamir etmek için bütün ümidini erken seçime bağladı. Hedefi, MHP’ye giden milliyetçi oyları ve HDP’ye giden Kürt oylarını geri almaktır. Aynı zamanda HDP’yi barajın altında bırakarak, AKP’nin 350 milletvekili çıkarmasını sağlamaktır. Böylece AKP, Başkanlıkla ilgili Anayasa maddesini referanduma götürecek milletvekili sayısına ulaşmış olacak.
İşte bugün karşımızda operasyonlarla oluşan tablo bunun ifadesidir. Üç yıldır PKK ile yapılan flört ve IŞID(DAEŞ)e verilen her türlü destek, ne oldu da üç günde bitti? Bu örgütler üç günde mi terör örgütü oldular? Bizler ve bu örgütler üç yıldır kandırılıyor muyduk? Büyük bir trajikomik oyunun seyircileri miydik? Evet, aynen böyleymiş. Hem PKK’ yı, hem IŞID’ i bombalayanlar bizimle dalga geçmişler.
Bugün gerçekleştirilen operasyonların birkaç yıl öncesinden yapılması ve tehlike tamamen bertaraf edildikten sonra Kürt kardeşlerimizin -varsa- haklarının ondan sonra verilmesi gerekirdi. Önce şunu belirteyim,bölücü kanlı terör örgütünün eylemleri devam ederken, haklar konuşulmaz. Ya önce terörü yapan taraf terörü bitirir, ya da devlet terörü bitirir. Ondan sonra ülkenin iktidarı, muhalefeti ve Kürtlerin meşru temsilcileri bir araya gelir,Kürt kardeşlerimizin varsa haklarını yasal bir zemine oturtarak verirler. Birbirlerini kandırmazlar. Bir daha da bu konular gündeme gelmez.
Son günlerde hükümetin üç yıl aradan sonra başlattığı PKK ile ilgili operasyonlar hakkında “Bugün gerçekleştirilen operasyonların birkaç yıl öncesinden yapılması ve tehlike tamamen bertaraf edildikten sonra Kürt kardeşlerimizin haklarının yasal bir çerçeveye oturtularak bizzat siyasi iktidarın, muhalefetin de desteğini alarak vermesinin doğru olacağını düşünüyorum” diye yazmıştım. Bundan bazı milliyetçi arkadaşlarımın rahatsız olduğunu ve “Ne demek Kürt kardeşlerimizin hakları, verilmeyen hak, gelmedikleri görev var mı?” diye sorduklarını gördüm.
Kürtlerin bir kısmı yıllardır kimliklerinin, dillerinin, kültürlerinin devletçe asimile edilmeye çalışıldığına, kendilerinin aşağılandıklarına, ikinci sınıf vatandaş olduklarına inanıyorlar. Maalesef birkaç yıldır Sayın Erdoğan da bu böyle gördüğünü belirterek “çözüm veya açılım süreci” dediği süreci başlattı. Terörü bitirmeden terörün mimarlarıyla görüşmeleri başlattı. Ben bunun böyle olmadığını ortaya koyan yasal düzenlemelerden söz ediyorum. Kürtlerin bu milletin ayrılmaz bir parçası olduklarını hissettirecek tutum ve davranışlardan söz ediyorum.
Maalesef devletin bazı görevlileri yanlış uygulamalarla Kürtleri Türklere ve devlete düşman hale getirmişlerdir. Daha doğrusu ben, bu yanlış algıların sona erdirilmesinden söz ediyorum. Halbuki onlar da, Cumhurbaşkanlığı dâhil her göreve gelebiliyorlar. Yalnız eğitim dilinin Kürtçe olmasına kesinlikle karşıyım. Çünkü dünyanın her yerinde eğitim dili, resmi dildir. Öyle olmaz, birkaç etnik grubun dili, eğitim dili olursa, milli birlik ve beraberlik bozulur. Ama anadil öğretimine sonuna kadar taraftarım.
Kürtlerin hakları konusunun ordunu kışlaya, polisini karakola sokarak, meydanı terör örgütünün şehir yapılanmasına bırakarak, örgüt başı Öcalan ve Kandil’in terör ağalarıyla pazarlık yaparak çözülmeyeceğine inananlardanım. Ok yaydan çıkmış, ateş bacayı sarmış, terör örgütünü muhatap alarak şımartmış, bölgeyi terk edip terör örgütünün faaliyet alanına çevirmişsin, IŞİD’i her yönden eğitmiş, desteklemişsin, ondan sonra birden çark edip havadan karadan vuruyorsun.
Böyle yapınca da inandırıcılığını kaybediyorsun. Bu durumda sonuç da, alamazsın, almaya çalışırsan da çok zayiat verirsin. Çünkü bıraktığın boşlukta mevziler tutulmuştur. Nitekim her gün birkaç polisimizin veya askerimizin şehadet haberiyle irkiliyoruz, perişan oluyoruz. Maalesef bu operasyonların samimi olmadığına inanıyorum ve iktidarı kaybetmenin can havliyle Türkiye’yi erken seçime götürüp küskün milliyetçilerin ve Kürtlerin oylarını geri almaya yönelik operasyonlar olduğuna yönelik kamuoyundaki yaygın görüşe katılıyorum.
Bazı milliyetçi ve muhafazakar AKP sempatizanı arkadaşlarımız, operasyonlarla ilgili eleştirdiğimizde, iktidara haksızlık yaptığımızı ve yapılan bazı güzel işleri (duble yollar, köprüler, metrolar, havaalanları yapımları, bedava kitap dağıtımı, hastanelerdeki yeni düzenlemeler)görmediğimizi söylüyorlar. Bunları söylemek hem ayıptır, hem de komiktir. Biz iktidarın maddi planda yaptıkları bazı hizmetleri inkâr etmiyoruz, ama bu dönemde ülkede yapılan manevi tahribatın daha büyük olduğunu söylüyoruz. Unutmayın HİÇBİR MADDİ DEĞER, VATANIN VE MİLLETİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜNDEN DAHA DEĞERLİ DEĞİLDİR.
Ben son günlerde meydana gelen olaylara kesinlikle siyaset noktasından bakmıyorum, ülkenin geleceği ve devletin bekası açısından bakıyorum. Partiler, liderler, hatta ideolojiler gelip geçicidir. İşte Hitler, Mussolini, Stalin, Mao onların ideolojileri Nazizm, Faşizm, Komünizm ve Maoizm.Önemli olan devletin ve milletin kalıcılığı(devlet-i ebed-müddet) dır.
Gözün aydın Türk milleti! İktidarı kaybeden AKP ve gölgesinde yattığı aslan, bombalaya bombalaya ülkeyi erken seçime götürüyor. Peki, arkadaşlar, daha önceleri neredeydiniz? Peki, yapılacak erken seçimin sonucu da buna benzer çıkarsa, o zaman ne yapacaksınız. Allah yardımcımız olsun.