Hükümet galiba “Kürt Açılımı” veya “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi”nin terör meselesini bitirmeyeceği kanaatine vardı. AKP’ye yakın yazarlara bakılırsa “terörle mücadelede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Ancak terörle mücadele başka, bölücülükle mücadele başka. Bölücülükle mücadele yasama, yürütme, yargı ve medyanın birlikte yapması gereken daha kapsamlı bir alan.
Terörle mücadele için özel eğitimli emniyet kuvvetlerinin devreye sokulması planlanıyor. Böylece pasif mücadele yerine, terör örgütü mensuplarını nokta operasyonlarla etkisiz hale getirmek hedefleniyor. Tabii ki bu, askerin Irak’ın kuzeyindeki kamplardan başlayacak bir alan hâkimiyetini sağlamasından sonra yapılabilecekti. Bunun için Kandil bombalanmaya başladı.
Bu yeni strateji, TSK’nın terör örgütünü askeri anlamda mağlup ettiği, 1999′ da başarılı olmuş anlayışa benziyor. Ancak 1999’dan bu yana köprülerin altından çok sular aktı:
•v ABD’nin Irak’ı işgali, Kürtlerin Irak’ta ABD’nin tek müttefiki haline gelmesiyle, PKK Irak’ın kuzeyinde himaye ve desteğe mazhar oldu.
•v 1999 öncesi yapılan mücadelede “yasa dışına çıktığı, faili meçhullere imza attığı” gerekçesiyle özel kuvvetler mensupları ve “alan hâkimiyetini” sağlayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok sayıda komutanı halen “terör örgütü üyesi” olmak suçlamasıyla tutuklu yargılanmakta.
•v Terörle mücadele eden birliklerin verdiği şehitlerin acısını yaşayamadan, komutanlarının sevk ve idarede hatalı oldukları haberleri gündemi meşgul ediyordu. TSK, moral motivasyondan mahrum bırakılmaya çalışılıyordu. “Türkiye’nin 30 yıldır PKK’yı yenemediği, terörle mücadeleden başarı ile çıkmanın imkânsız olduğu” propagandası ile beyinler yıkanmaktaydı.
- v Terör yeniden azarken bölücü siyasete hizmet eden sivil toplum hareketleri ve medyadaki bölücü propaganda faaliyetleri de yoğunlaşmıştı. “Terörle bir yere varılamaz” ifadesinin boş olduğu, terörün bölücü faaliyetlerin canlanması, siyasi isteklerin yerine getirilmesi için bir araç olarak kullanılabildiği görülmüştü.
- v Terörle mücadeleden vazgeçilmemesi gerektiğini söyleyenler “savaş yanlısı“, “terörden nemalananlar” olarak damgalanmaktaydı. Medya, ayrılıkçılara hizmet eden kalemşor ve sözde aydınların tek yönlü propagandasının aracı olmuştu.
- v Tek çözümün terör örgütünün, siyasi uzantıları ve yandaşlarının taleplerinin karşılanması olduğu, bunun için tarafların müzakere etmesi gerektiği kabul ettirilmişti. Ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü teröristbaşı ile devlet yetkilileri İmralı’da birçok konuda “mutabakata” varmıştı. Bu hükümlü, İmralı’dan örgütünü yönetmeye devam ediyor, örgüt O “dur” deyince duruyor, “vur” deyince vuruyordu. Ve teröristbaşına “sayın Öcalan” diye hitap edenler çoğalmıştı. Bu sözü sadece BDP’lilerden değil, AKP milletvekilinin ağzından duyduğumuzda dahi şaşırmıyor, tepki göstermiyorduk.
- v Türkiye adeta taşların bağlandığı, köpeklerin serbestçe dolaştığı bir ülke konumundaydı.
Seçimlere kadar saldırılarını kısmen durduran PKK, seçimlerden sonra inanılmaz bir azgınlıkla saldırmakta. Her gün 5-10 şehit cenazesi kaldırılmaya başlanınca hükümetin tavrı sertleşti, netleşti. Askeri alanda terörün mağlup edildiği 1999′ daki yöntemleri hatırladı.
Hükümet “Kolektif haklar vererek terör örgütüne silah bıraktırmak mümkün değilmiş” görüşüne vararak, özel kuvvetlerin devreye sokulması, Kandil bombalamaları ile başlayan yeni bir süreci başlattı.
Ancak özellikle AKP iktidarından bu yana köprülerin altından akan suları tekrar geriye akıtmak mümkün olacak mı? Şu soruların cevaplarını bulmak önemli:
- Ø TSK’nın elini kolunu bağlayan düzenlemelerden vazgeçilip alan hâkimiyetini sağlaması için “güvenlik öncelikli” kararlar alınabilecek mi?
- Ø Polis’in “terörle mücadele” birimi, terör örgütü olduğu iddia edilen “Ergenekon, Balyoz” ve benzeri olaylarda gösterdiği izleme, dinleme, görüntüleme faaliyetlerindeki başarısını, PKK ile mücadeleye destek olmakta da gösterebilecek mi?
- Ø Özel kuvvetler nokta hedeflerde teröristleri etkisiz hale getirme görevi esnasında, ileride “yasa dışına çıkmakla suçlanacağı” ihtimalini düşünerek çekimser davranır mı?
- Ø Medyada PKK propagandası yapanlar serbestçe bu eylemlerine devam edebilecek mi?
- Ø BDP Meclis’te bağımsız bir Türkiye partisi gibi faaliyet gösterebilecek mi? PKK’nın şehir yapılanmaları; KCK, DTK gibi federe devlet alt yapısı olarak planlanan organizasyonlar yasal sayılacak mı? Özerklik ilanı yapanlara, sivil itaatsizlik eylemcilerine devletin tavrı yine hoşgörülü olacak mı? BDP’li Belediye Başkanları devlete yine “hastir” çekebilecek mi?
- Ø Yeni Anayasa yapılması sürecinde bölücülere ima yoluyla da olsa ümit verici vaatler verilmeye son verilecek mi?
- Ø Bölücülerin silahlı/ silahsız propaganda yaparak bölge halkını etkilemesi önlenebilecek mi? Bölgede devlet otoritesi tam tesis edilip, seçimler PKK tehdidi altında yapılmaktan çıkarılabilecek mi?
- Ø 30 yaş altı Kürt gençleri arasında bağımsız Kürdistan isteyenlerin oranı hayli yükseldi. Bu gençlerin topluma entegrasyonu için politika üretilebilecek mi?
- Ø “Arap Baharı” türü ayaklanmalara olduğu gibi, “sivil itaatsizlik” eylemlerin için dışarıdan gelebilecek desteklere karşı devlet olarak yeterli tedbirler alınabilecek mi?
- Ø Şehirlerde artacak terör eylemleri ile Batıdaki insanımızın “ne pahasına olursa olsun terör bitsin” çaresizliğine düşmesi önlenebilecek mi?
- Ø TSK başörtüsünden iç düşman üretme anlayışından nihayet uzaklaştı. Bakalım bazı siviller TSK’yı düşman görme ve muhalif herkesten terör örgütü üretme gayretinden vazgeçebilecek mi?
Bu sorular bile meselenin ne kadar çetin ve çetrefilli olduğunu göstermeye yeterlidir.
Her şeye rağmen Hükümetin seçim sonrası geldiği nokta, öncekinden daha iyidir. Doğru kararlar alınırsa netice almak mümkündür. Zorluklar vardır, fakat imkânsız değil.
Yeter ki, terörle mücadele edecek güvenlik kuvvetlerimizin yanında, “bölücülükle mücadele” için siyasiler ve medya üzerine düşeni yapabilsin.