Başarısızlıkla sonuçlanan ve hendek savaşlarında yüzlerce askerimizin şehit olmasına sebep olan Birinci Çözüm Sürecinin ilk dönemini Wikipedi’den alıntılamak istiyorum:
“21 Mart 2013’te, hükûmet ile Abdullah Öcalan arasındaki görüşmelerden aylar sonra, Abdullah Öcalan’ın mektubu hem Türkçe hem de Kürtçe olarak Diyarbakır’da Nevruz etkinlikleri sırasında okundu. Mektupta ‘PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarından çekileceği ve silahlı mücadeleye son verildiği’ bildirildi. PKK ‘Öcalan’ın bu emirlerine uyacağını ve Türkiye topraklarından çekileceğini’ açıkladı. Erdoğan mektubu olumlu karşılayıp, PKK’nın çekilmesiyle daha somut adımların atılacağını duyurdu.”
Buraya kadar iki süreç de çok benziyor değil mi?
Birinci süreçte AKP ile PKK (Öcalan) ve PKK’nın uzantısı parti süreci yönetiyordu, halkı ikna görevi “Akil İnsanlar” denilen gruba verilmişti. MHP ve Bahçeli çözüm sürecine şiddetle karşı çıkıyordu.
PKK (Öcalan) ve “PKK’nın Meclisteki uzantısı” DEM’le yürütülen yeni süreçte, MHP ve Devlet Bahçeli AKP iktidarının yanında. Muhalefeti sorumluluğa ortak etmek ve halkı ikna etmek için Meclis’te kurulacak komisyon görevli olacak.
Tabii ki birinci süreçte olduğu gibi iktidar kanadının güçlü propaganda aygıtı (yaygın medya ile sosyal medya trolleri) yine devrede.
Aynı filmin yeni çekimi sonucu değiştirecek mi?
Senaryoyu yazanlar ve oynayanlar hemen hemen aynı. Aynı senaristler farklı bir senaryo yazmış olabilir mi? Zamanla göreceğiz.
*********************************
İlk Çözüm Sürecinin Maliyeti
PKK/KCK çizgisinin etnik kimlik temelli federatif bir yapı talebiyle yürüttüğü sürece devlet aygıtları olumlu yaklaşırsa bu Türkiye’de yeni felaketler yaşanmasına sebep olur.
Bu modelin nasıl uygulandığını görmek için 2015–2016 dönemine bakmak yeterlidir:
PKK’nın şehir yapılanmaları (YDG-H, YPS) hendek savaşlarıyla öz yönetim ilanları yaptı. “Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi” gibi yerlerde sözde kantonlar kuruldu. Belediye başkanları “özerklik ilan etti”, valilikler tanınmadı.
“Demokratik özerklik” denilen yönetim modelini şehir gerillası yöntemleriyle uygulayan PKK çok ağır bedeller ödetti. 800 civarında şehit verdiğimiz hendek ve barikat çatışmalarından 881bin kişi etkilendi. Yüz binlerde insan yerinden edildi ve uzun süre sokağa çıkma yasakları altında yaşadı. Ticaret durdu, altyapı çöktü, geri dönüş çok zaman aldı. Tam bir toplumsal ve ekonomik yıkıma yol açtı.
Dilerim bu bu defa benzer acılar yaşamayız.
*********************************
Bu Proje Halka Nasıl Anlatılacak?
PKK ile yürütülen müzakere sürecini içine alan projeyi halka kabul ettirmek önemli. Ama bu nasıl yapılacak? Başlatılan propaganda mekanizması nasıl devam edecek?
Öncelikle “Özerklik” kelimesi yerine “yerel demokrasi, katılımcı yönetim, adem-i merkeziyetçilik, Anadilde hizmet ve eğitim” gibi yumuşatılmış terimler kullanılır.
Medya ve akademi desteği alınır. TV programlarında “barış süreci” övülür. “İrlanda modeli”, “İspanya’daki özerklik” gibi örnekler verilir. Hükümete yakın akademisyenler “yeni Türkiye modeli” adı altında bu projeye teorik zemin hazırlar.
Propagandanın merkezinde “barış” olur. “Analar ağlamasın”, “kan dursun”, “gençler ölmesin” gibi duygusal cümlelerle halk psikolojik olarak hazırlanır. Silahların bırakılması karşılığında “bazı hakların verilmesi” makul gösterilir. Teröristlere af, siyaset yapma hakkı gibi konular bu işin olmazsa olmazı olarak anlatılır.
Batı desteği ile meşruiyet kazandırılır. AB ve ABD’den gelen destek açıklamalarıyla “uluslararası baskı” mekanizması oluşturulur.
“Avrupa standartlarına uyum” bahanesiyle anayasal düzenleme meşrulaştırılır.
*********************************
Süreç Nasıl İlerler?
TBMM’de kurulacak “Terörsüz Türkiye Komisyonu” önce “silahsızlanma”, “barış”, “sosyal rehabilitasyon”, “toplumsal mutabakat” gibi yumuşak kavramlarla işe başlar.
Ardından “Kürt sorununun siyasal çözümü” adı altında yasal ve anayasal reform önerileri gündeme gelir.
Bu komisyon, PKK/DEM çizgisinin taleplerine zemin sunabilir. “Anadilde eğitim”, “yerel yönetim reformu”, “seçimle gelenin görevden alınmaması” gibi maddeler üzerinden aslında özerklik altyapısı kurulur.
Komisyonun raporları, daha sonra anayasa değişikliği teklifi olarak Meclis’e taşınabilir.
****
Alıştıra alıştıra süreci götürmek için önce daha kolay adımlar atılacaktır.
AB Uyum Yasaları kisvesiyle yerel yönetim yetkilerinin artırılması… Bazı DEM partili ve PKK’lı mahkumlara af ve tahliyeler… Öcalan’ın meşru siyasi muhatap oluşunun kabulü, İmralı’da siyaset yapma şartlarının oluşturulması…
İkinci aşamada Anayasa’dan “Türklük” tanımının çıkarılması, “anayasal yurttaşlık” kavramının yerleştirilmesi… Bölgesel kalkınma ajansları aracılığıyla fiilî özerk uygulamaları…
Son aşamada da Anayasal özerklik veya federasyon… Ve PYD/SDG’nin Türkiye tarafından açık şekilde tanınması…
*********************************
Anayasa Değişikliği Gerçekleşir mi?
Türkiye’de anayasa değişikliği için iki çoğunluk sayısından biri gerekiyor. Eğer 360- 399 milletvekili evet derse konu Referanduma götürülür. 400 milletvekili ve üstü evet derse doğrudan kabul ile anayasa değiştirilir.
Aslında milletin kaderini değiştirecek böylesi bir konu için 400 milletvekili ile anayasa değişse bile referanduma gidilmesi gerekir. Ancak iktidarın bunu göze alması kolay değil. Süreç ilerledikçe kamuoyu araştırmalarına bakarak karar vereceklerdir.
Partileri Meclis’teki milletvekili sayılarına göre AKP, MHP ve DEM milletvekilleri firesiz anayasa değişikliğini desteklerse ve diğer partilerden kısmen destek alırlarsa teorik olarak 400 milletvekiline ulaşmaları mümkün. Ama bu kadar hassas bir konuda süreci götüren partilerin içinden de fire vermesi ihtimali zayıf değildir.
AKP tabanının muhafazakâr ama milli hassasiyetleri yüksek kesimi, MHP’nin köklerinden kopmamış kesimi, kendi varlık gerekçesini inkar ederek, özerklik getiren bir anayasaya evet demeyecektir. Bunları parti disiplini ile kontrol edebilirler mi bilemiyorum.
Yeni anayasada “Demokratik Özerklik” gibi kavramlar yumuşak söylemlerle ve duygusal propaganda ile topluma sunulsa da, temelde Türkiye’nin üniter yapısını dönüştürme hedefi taşır.
Böyle bir proje, ancak ciddi bir kriz ortamı, ekonomik/askeri kaos ve dış baskı altında “olağanüstü şartlarda” kabul ettirilebilir. Halkın çoğunluğunun reddettiği bir köklü değişime siyasilerin cesaret edebilmesi kolay değildir.