Her bir zîhayatın
/ hayat sahibinin hayatında, gayr-i mütenahi / sonsuz gayeler vardır. Bu
gayelerden zîhayata / hayat sahibine ait, ancak binde birdir. Bakî / geri kalan
gayeler, gayr-i mütenahi / sonsuz olan malikiyeti / sahipliği nispetinde, hayatı icat eden
Zat’a aittir. Öyle ise, büyük bir mahlûkun, küçük bir mahlûka karşı tekebbür
etmeye / kibir ve büyüklenmeye hakkı yoktur. Hakikate nazaran abesiyet /
faydasızlık da yoktur. Çünkü, bir hayatın bütün faydaları, bir zîhayata /
canlıya ait değildir ki, abes / lüzumsuz olsun. Evet, sath-ı arz / yeryüzünde
her sene yapılan ziyafet-i amme-i İlâhiye / Allah’ın bütün mahlûkatı için
verdiği ziyafet; nev-i beşere / insanlara; halife olduğu / yeryüzünde bazı
hususlarda Allah adına ve yine Allah’ın izniyle hareket ettiği için, bir
ikramdır. Yoksa hepsi onun istifadesi / yararlanması için değildir.
İnsanın zihnine
bazen şöyle bir vesvese gelir, der: “Sen de adî / basit, sıradan böcek gibi bir
hayvansın. Hayvanlardan fazla ne kıymetin var? Hem de, semavat / gökler ve arzı
/ dünyayı yed-i kudretine / kudret eline alan Hâlık-ı Zülcelâl / sonsuz
büyüklük sahibi, yaratıcı Allah’a karşı ne meziyet / üstünlüğün ve ne gibi bir
hizmetin var ki, seninle meşgul olsun?”
Bu vesvese / şüphe
ve kuruntuya karşı şöyle bir hakikati düşünmek lâzım:
İnsan, gayr-i
mütenahi / sonsuz acz / zayıflığı ve fakrıyla beraber, Cenab-ı Hakka imanıyla;
kudret, gınâ / zenginlik, bolluk ve izzete / büyük bir şerefe mazhar / nail
olmuş ve kavuşmuştur. İşte bu mazhariyet / bu görüntüden dolayı; insan
hayvaniyetten terakki edip / yükselip ,halife-i zemin / yerin halifesi, yani
dünyadaki tüm varlıklar üzerinde tasarruf edici, yani söz sahibi olmuştur.
Yine, Cenab-ı Hak;
ihata-i kudret / kudretinin kuşatıcılığı, genişliği ve enginliği ve azameti /
yüceliğiyle; insanın duasını işitir. Hacatını / hacet ve ihtiyaçlarını görür.
Semavat / gökleri ve arzı / yeri tedbir / idare ederek çekip çevirmesi; O’nun
insanı da düşünmesine mâni / engel değildir.
İmana ait
bilgilerden sonra, en lâzım ve en mühim a’mal-i saliha / salih amellerdir.
Salih amel ise, maddî ve manevî hukuk-i ibada / kulların ve insanların hukuk ve
haklarına tecavüz etmemektir. Sınırı
aşmamaktır. Hukukullahı / Allah’ın hukukunu da bihakkın / hakkıyla, tamamiyle
ifa etmektir. Ecnebi / yabancılardan alınan maddî bilgiler, sanat ve
terakkiyata / gelişme ve ilerlemelere ait ise lâzımdır. Sefahate / zevk ve
eğlenceye aşırı düşkünlüğe dair ve onlarla ilgili ise muzır / zararlıdır. Bu
Mevcudatın / var olan her şeyin Sahibi, pek büyük bir ihtimam / dikkat ve özen
göstermekte. Mülkünde cereyan eden / meydana gelen her şeyi taht-ı hıfz ve
muhafaza / muhafaza ve koruması altında bulundurmakta. Hâkimiyetinin muhafazası
için, sonsuz bir dikkat sarfetmektedir. Rububiyeti / Allah’ın her zaman her
yerde, her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vererek; onu terbiye ve idare
etmesinde; tam bir intizam ve saltanat vardır. Öyle ki, edna / en basit, en
küçük bir hâdiseyi / olayı, adî / sıradan bir hizmeti bile, yazar ve yazdırır.
İşte bu derece ihatalı / kuşatıcı, ihtimamlı / özenli bir hıfz / koruma kanunu;
elbette âlem-i ahirette / ahiret âleminde yapılacak bir divan-ı muhasebata /
hesapların görüleceği daireye bakar. Şu muhafaza / koruma kanunu, bütün eşyada
/ şeylerde cari / geçerlidir. Böyle olduğu gibi, mahlûkatın en eşrefi olan İNSAN’a
da şamil olup, onu da içine alır.
Çünkü,
İNSAN; Cenab-ı Hakkın Rububiyeti’ne / terbiye ve idaresi altında bulundurmaya
ait şuunat / keyfiyet, hâl ve işlere şahit. Ahval / hâl ve durumlarına
tanıktır. Mahlûkat / yaratıkların cemaat / toplulukları içinde; Allah’ın
birliğine dellâl / davet edicidir. Mevcudat / var olan her şeyin tesbihatına /
Allahı anışlarına müşahit / gözlemcidir. Hilâfet-i kübra / en büyük halifelik
ile tekrim / yüceltilmiş ve teşrif / edilmiş / şereflendirilmiştir. İNSAN bu
keramete, bu şerefe nail olduğu / ulaştığı hâlde, kendisini başıboş ve gayr-i mes’ul / sorumsuz zannetmesin /
sanmasın. Onun da divan-ı muhasebatta / hesapların görüleceği divanda; pek
karışık hesapları vardır. Ondan kurtulduktan sonra müstahak olduğu / hak ettiği
yere gidecektir. Evet, kudret-i ezeliyeye / ezeli kudrete nispetle, ölümden
sonra haşrin / mahşere çıkarılmanın gelmesi, güzden sonra baharın gelmesi
gibidir. Evet, nebatat / bitkiler gibi, insanın da bir güzü / sonbaharı, bir de
baharı vardır. Evet, geçmiş zamanda vukubulmuş / meydana gelmiş olan mu’cizat-ı
kudret / kudret mu’cizeleri, Sâniin / sanatla yaratan Allah’ın bütün imkânat-ı
istikbaliyeye / gelecekteki imkânlara da kadir olduğuna / kudreti yettiğine;
kat’î / kesin şahit / tanık, bürhan / delil ve hüccetlerdir