Bir Nebze İnsan (4)

76

     Âlemde / dünyada,
her şeyin yüzünde; hikmet / İlâhî gaye ve maksadın eserleri görülür. Bunun
gibi, en uzak, en geniş, en ince kesret / çokluk tabakaları üstünde de; hikmet
/ var ediş amaçları, ihtimam / yaratılışda gösterilen dikkat ve özenin eser ve
izleri müşahede edilmekte ve görülmektedir.

     Kesret ve
tekessürün / çokluğun, binbir hikmetinin müntehası / neticesi olan; insanın yüz
ve sima sahifesinde; kader kalemi ile pek çok çizgi, hat, nakış ve nişanlar
yazılmıştır. Hatta cildinde ve ellerinin içlerinde geleceğe dair işaret ve
noktalar vardır.

    
Evet, insanın el ve avuç gibi yerlerinde; onun ruhundaki istidat ve
kabiliyetlerin, neye münasip ve uygun olduğunu gösteren, kaderce  belirtilmiş yazılar vardır.

     Malûmdur ki,
insanın şu sahifelerinde yazılan o kelimeler, harfler, noktalar ve harekeler;
insan ruhunda, yani insanın benliğinde bulunan; mânâlara, mâneviyatlara / his
ve inanca ait şeylere delalet eden / delil olan alâmet ve işaretlerdir.

     Aynı zamanda bütün
bunların; insanın fıtrat / yaratılış, tabiat, mizaç ve huyunda; kader
tarafından yazılan mektup ve mesajlara da, işaretleri vardır.

     Evet, kesretin en
uzak ve en geniş ve en ince devair / daireler ve tabakat / tabakaları üstünde
dahi; hikmet, ittikan / sağlamlık ve ihtimam / özen gösterilmiş eserler
parlamaktadır.

     Eğer istersen,
kesretin nihayet derecede inbisat / genişleme ve intişar / yayılma ile, tekessür
edip çoğaldığı görülen insanın; cilt ve suretine bak! Ta kudret kalemi, onun
alnı, yüzü ve avuçlarının sahifesini nasıl ince çizgi, yazı, nakış ve âletlerle
haşiyelendirdiğini / notlandırdığını göresin.

     Bu çizgi ve
nakışlar; insanın ruhundaki istidat ve mââni / mânâlara ve boynunda asılı
bulunan amel defterine delalet ediyor. Bu da, fıtrat ve yaratılışında yazılı
bulunan kaderin cilvelerine işaret etmekte. Hatta öyle ki, bu kadere ait
tahşiyeler / yazılımlar, hiçbir surette kör tesadüfün ve a’ver / kör ittifakın
duhulüne / girmesine bir menfez, bir delik bırakmamışlardır.

     x

     Şu dünya hayatına
muhabbet ve sevgiyle müptelâ / tutkun olan bazı insanlar, o hayatın vücuda
gelmesinden maksat ve gayenin; yalnız o hayata hizmet etmek olduğunu sanıyor! O
hayatın bekalı ve sonsuz olarak devam edeceğini zannediyorlar!

     Bu dünya hayatının
başka bir faydası olmadığını düşünüyorlar! Yani Fâtır-ı Hakîm’in / her şeyi
hikmet ve gayeli yaratan Allah’ın; hayat sahiplerinde, canlılarda ve
insaniyette / insanlık cevherinde / haslet ve özelliklerinde vedia / emanet
olarak koyduğu bütün acip / şaşırtıcı cihazlar ve harika / olağanüstü  techizat / donanımlar; seri’ / çabuk bir
şekilde zeval ve yok olan şu hayatın hıfzı ile bekası için verildiğini kabul
ediyorlar!

     Halbuki kazıye /
hüküm öyle olduğu takdirde, kainattaki nihayetsiz ve sonsuz nizam, tertip,
düzen ve düzgünlüklerin şahitlikleriyle; yeryüzünde görünen hikmet, inayet,
intizam ve abessizlik / boşuna olmayış gibi delil ve bürhanların; tam tersine
abesiyete, israfa, intizamsızlığa, hikmetsizliğe yani gayesizliğe delil ve
bürhan olmaları lâzım gelir.

x

     Aklı bozulmayan
bir şahıs, ince düşünmesi sonunda anlar ki, meselâ bal arısını pek çok şeylere
fihriste / liste yapan Allah; kâinat kitabının pek çok mes’elelerini insanın
mahiyetinde / içyüzünde yazmış.

     İncir çekirdeğine,
incir ağacının programını koymuş.    

     İnsanın kalbini
de, binlerce âlemlere örnek ve pencere yapmış.

     İnsanın
hafızasında ise, hayatını tüm ayrıntılarıyla ortaya koymuş.

     Şüphesiz, bütün
bunlara ancak ve ancak; her şeyi yaratan Allah muktedir olabilir.

     Evet,

     Böyle bir tasarruf
/ bir şeye sahip olup idare etme, mülkünü istediği gibi kullanma;

     Yalnız ve yalnız, Âlemlerin
Rabbi’ne mahsus bir hatem ve mühürdür.

Önceki İçerikMazide Kalan Türkiye…-3-
Sonraki İçerikRİT (Resmî İkameli Türkçe) LÜGAT
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.