Bir Nebze İnsan (2)

100

     Gurur ile insan,
maddî ve mânevî kemalât / olgunluklar ve mehasin / güzellik ve iyiliklerden
mahrum ve yoksun kalır. Eğer gurur / kibir ve kendini yüksek ve değerli
tutarak, böbürlenme saikası / sevkiyle; başkaların kemalât, fazilet, olgunluk
ve mükemmelliklerine tenezzül etmeyip / değer vermeyip; kendi sıfat ve
vasıflarını kâfi / yeterli ve yüksek görürse; o insan nâkıs, noksan ve eksiktir.

     Böyle insanlar,
malûmat, bilgi ve keşfiyatlarını / keşif ve ilhamlarını daha yüksek görmekle;
eslâf-ı izamın / geçmiş büyük zâtların irşadat / irşat, doğru yolu gösterme ve
uyarılarından mahrum olurlar. Evham / vehim, zan ve kuruntulara maruz kalarak /
bunların tesir ve etkisi altında bulunup; bütün bütün çizgiden çıkarlar.
Halbuki, geçmiş büyüklerin kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı / ilham  ve sırları; bunlar kırk senede elde
edemezler.

     Evet, insan
hüsnüzanna / iyi, güzel ve vicdanî bir kanaat sahibi olmakla mükellef ve
yükümlüdür. Çünkü insan; herkesi kendisinden üstün bilmelidir.

     Kendisinde bulunan
sû-i ahlâkı / kötü ahlâkı; sû-i zan / kötü zan ve şüphe saikası / sevkiyle
başkalarına teşmil etmesin / yaymasın. Başkaların bazı hareket ve
davranışlarını; hikmetini bilmediğinden takbih etmesin / çirkin görmesin,
ayıplayıp kınamasın.

     İşte bunun içindir
ki, geçmişteki büyük zâtların hikmetini / iç yüzünü bilmediğimiz, bazı
hâllerini beğenmemek; sû-i zan / fena, kötü bir zan ve sanıdır.  

     Sû-i zan / kötü
zan ve sanı ise, maddî / cismanî ve mânevî / mânâya ait içtimaiyatı / sosyal
hayatı zedeler, yaralar ve zarar verir.

      Mâlik-i
Hakikî’den / her şeyin hakikî sahibi ve mâliki olan Allah’tan gaflet /
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzularına dalmak; nefsin firavunluğuna / insanın
zâlim, kibirli, gururlu ve inatçı olmasına sebep olur.

     Evet, tasarrufu
tahtında / idaresi altında bulunan bütün eşyanın / şeylerin, varlıkların Hakikî
Mâlikini / her şeyin asıl sahibi ve maliki olan Allah’ı unutan; kendisini
kendisine mâlik / hâkim ve egemen zanneder / sanır! Kendisinde bir hâkimiyet
tevehhümünde / vehim ve kuruntusunda bulunur! Başkaları ve bilhassa / özellikle
esbabı / sebepleri kendisine kıyas ederek / kendisiyle karşılaştırarak; onları
da, hâkim / hükmedici ve mâlik / sâhip defterine kaydeder.

     Bu vesile ile,
Allah’ın mülkünü, malını; kendilerine yani sebeplere taksim edip, bölüp
paylaştırarak; İlâhî hükümlere karşı muaraza / mücadele ve mübareze etmeye/
çatışmaya başlar.

     Halbuki Cenabı Hak
tarafından insana verilen benlik ve hürriyet; Ulûhiyet / İlâhlık / Allah’ın
hâkimiyeti ile kâinattaki her şeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi gibi;
Allah’ın sıfat, vasıf ve niteliklerini fehmetmek / anlamak üzere, bir vahid-i
kıyasî / ölçü birimi olarak; vazife ve görevini yapsın diye, insana
verilmiştir.

     Maalesef /
üzülerek belirteyim ki, insan; sû-i ihtiyar / kötü seçimi ile, bu vasıfları;
hâkimiyet / egemenlik ve istiklâliyete, yani başına buyruk olmaya âlet ederek,
tam bir firavun kesilir.

     Gaflet suyu ile
tenebbüt eden / büyüyen benlik, aslında; Hâlık’ın / Yaratıcı’nın sıfat / vasıf
ve niteliklerini fehmetmek / anlamak için bir vahid-i kıyasî, yani ölçü
birimidir.

     Çünkü insanlar
görmedikleri şeyleri, kıyas ve temsil / benzetme yoluyla bilir ve anlar.

     Meselâ, bir adam
Allah’ın kudretini anlamak için, bir taksimat / kısımlandırma yapar. “Buradan
buraya benim, buradan ötesi de O’nun kudretindedir.” diye vehmî / hayâlî bir
çizgi çizmekle, meseleyi anlar. Sonra mevhum / vehmî, hayalî hattı / çizgiyi
bozar. Hepsini O’na teslim eder.

     Çünkü nefis,
nefsine mâlik olmadığı gibi, cismine de mâlik ve sâhip değildir. Cismi ancak
acip / tuhaf bir İlâhî makine gibidir.

     Kaza ve kader
kalemiyle, Ezelî Kudret’in – bir cilvesi / bir tecelli ve görüntüsü – o
makinede çalışıyor. İşte bundan ötürü insan, o firavunluk dâvasından
vazgeçerek, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin.

     Eğer hıyanetle bir
zerreyi nefsine isnat eder / dayandırırsa, Allah’ın mülkünü camit / cansız
esbaba / sebeplere taksim etmiş olur.  

Önceki İçerikTürk Dünyâsı Efsâneleri
Sonraki İçerikCahiller Toplumun Temel Taşıdır
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.