Bir Nebze İnsan (12)

94

     İnsan, jet uçağını
sinek büyüklüğüne sığdırmak istese; sinek büyüklüğünde tüm muhteviyatını /
içindekilerini havi / içine alan bir jet uçağı yapmaya kalksa; yapabilir mi?

     Aynı şeyin bütün
içindekileriyle beraber küçüğünü yapmak; aynı şeyin büyüğünü yapmaktan çok daha
zordur.

     İnsan, kâinatı;
her şeyi ile birlikte, insan büyüklüğüne sığdırmak istese, bu mümkün mü?

     Ama Allah, kâinatı
/ evreni; insan bedenine indirgemek suretiyle, mükemmel bir şekilde bedene
sığdırmıştır. Böylece insan; küçük kâinat hükmünü almış; kâinat ise büyük insan
olarak nitelenmiştir. Fakat insan, büyük insan hükmündeki kâinattan, mânen daha
büyüktür. Çünkü insan kâinatı idrâk edebilir, fakat kâinat insanı algılayamaz.

     Evet, kâinatta ne
ararsan insanda mevcut. Bundan ötürüdür ki, kâinat büyük bir insan, insan küçük
bir kâinattır.

     Zira, insan büyüse
büyüse kâinat, kâinat küçülse küçülse insan şeklini alır.

     Öyleyse kâinatı
tanımak isteyen, insana baksın. Kâinatı insanda bulsun. İnsanda görsün.

     Nitekim, “Nefsini
/ kendini bilen Rabbini bilir.” denmesinin, bir hikmeti de, bu olsa gerek.

     Bir de bu açıdan
düşünelim.

     Evet, insan Allah
değil. Ama Allah’tan.

     Allah, kendinde ne
varsa, bir nebze de olsa insana dercetmiş; insanda tecellî ettirmiştir.

     Böylece, kendini
bilen Rabbini bilmek imkânına kavuşmuş olur.

x

     “İnsan, cismanî ve
ruhanî her iki âlemin özetidir. Yaratılıştan yönetmeye yatkındır. Hakikatte
insan, bu âlemin özü, özeti ve meyvesi, bulanık yüzü ve tortusudur.

     “Cismanî
anlamların son, ruhanî anlamların ise ilk cevheri olması bakımından insan; her
iki âlemin birbirine bitişik sınırı, her iki yetkinliğin temeli, özsel
varlığının gerçekleşmesiyle akledilir, niteliğinin gerçekleşmesiyle ise,
duyulur olan cevher gibidir.

     “Yine o, bir
açıdan özü gereği hayat, bir açıdan hayat sahibi; bir açıdan kendi başına
varlığını sürdüren, başka bir açıdan başkasıyla sürdüren; gizli bir anlama
işaret eden ve onu içeren, başkası için de bu anlamla anlaşılır olan şey; başka
bir açıdan içinde bir yönüyle yetkinlik, bir yönüyle de yetkinliğin en son
aşamasını barındıran yumurtanın bulunduğu rahim gibidir…

     “Keza insan, bir
çizgiyle ruhanîlere, bir çizgiyle de cismanîlere uzanan nübüvvet gibidir. Sonra
vahiy bu iki tarafı birleştirir. İlham bu iki sınırı ihtiva eder.

     “İnsan ise, bu
evreni kuşatan (muhît felek) gibidir ki o, herhangi bir mekânı olmadığı halde
mekân sahibi olan yüzeydir.” (İhvân-ı Safâ Risâleleri Cilt:1, s.21)…

     “Marifetullah
konusunda…O’na yönelip O’na ulaşmaya çalışmak, O’nun huzurunda durmak ve
bütünüyle O’na dönmek.

     “Nitekim başlangıç
O’ndan, dönüş O’na ve ulaşılacak en son nokta O’dur.” (a. g. e. s. 22)…

     “ ‘İnsan
Bedeni’nin Bileşik Oluşu’ ve onun ‘Küçük Âlem’ olduğu, insan bedeninin
yapısının erdemli şehre; nefsinin ise bu şehirdeki krala benzediği..İnsanın
bedenini ve bedeninin yapısını tanıması; onun bedenî duruşunun hayvanî
suretlerin en üstünü olduğu.

     “İnsanın bedenî
yapısının; levh-i mahfuzdaki ‘Âlemin bir özeti’. Cennet ile cehennem arasında
uzatılmış ‘Sırat’. Allah’ın, yaratıkları arasında koyduğu ‘Adalet terazisi’.
O’nun kendi eliyle yazdığı ‘Kitap’. Sanatkârane bir biçimde bizzat ortaya
koyduğu ‘San’atı’. Bizzat yoktan var ettiği ‘Kelimesi’. İnsanî nefsin ise,
Allah’ın yeryüzünde yaratıkları arasında hükmeden, O’nun, eksik sıfatlardan
münezzeh oluşuna delâlet eden ve belirli bir süre süflî âlemde / yeryüzünde
amel eden ‘Halîfesi’ olduğu. Sonra da bu dünyadan göç ettiğinde ‘Ulvî âlemin
süsü’ olacağı. Özsel (zâtî) varlığını sonsuza kadar koruyacağı.

     “Halîfe tayin
edilmiş olan insanın; kendini tanımakla, kendisini halîfe tayin eden, ona
sürekli, ebedî ve sonsuz nimetler kazanarak kendisine ulaşma ve katına yaklaşma
imkânı lûtfeden Rabbini tanıyacağı (açıktır).” (a. g. e., s. 19 – 20)

Önceki İçerik“Namaz (Salât) Müminin Miracıdır ” Kılmamak Darağacı Değildir
Sonraki İçerikEkonomimizi Mahvetmek İsteyenler
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.