Bir Nebze İnsan (10)

116

     Hilkat / yaratılış
şeceresi / ağacının semeresi / meyvesi insandır. Malûmdur / bilinen bir
husustur ki,  semere / meyve; bütün ecza
/ cüz ve parçaların en ekmeli / en mükemmeli ve kökten en uzağı olduğu için,
bütün ecza / cüzlerin hasiyet / özellik ve niteliklerini, meziyet / üstün
vasıflarını havidir / içine alır.

     Ve keza / aynı
şekilde, hilkat-i âlem / âlemin yaratılışının ille-i gaiyesi / amacı hükmünde
olan çekirdeği yine insandır. Sonra o şecere / o ağacın semere / meyvesi olan
insandan bir tanesini şecere-i İslâmiyete / İslâmiyet ağacına çekirdek ittihaz
etmiş / edinmiştir. Demek o çekirdek, âlem-i İslâmiyetin / İslâm âleminin hem
banisi / yapanı, hem esası, hem güneşidir.

     Fakat, o
çekirdeğin çekirdeği kalptir. Kalbin, ihtiyacat / ihtiyaçlar saikası / sevkiyle,
âlemin envaı / çeşit ve türleriyle, eczası / cüz ve kısımlarıyla pek çok alâka
ve ilgileri vardır. Esma-i Hüsna / Allah’ın güzel isimlerinin bütün nur ve
ışıklarına ihtiyaçları vardır. Dünyayı dolduracak kadar o kalbin hem emelleri,
hem de düşmanları vardır. Ancak, Ganî-i Mutlak / sonsuz zenginlik sahibi olan
Allah ve Hafız-ı Hakikî / asıl koruyucu olan Allah ile itminan edebilir / ancak
O’nunla bahtiyar olur. Ancak O’nunla tam bir 
gönül rahatlığı duyabilir.

     Ve keza / yine, o
kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste / katalog ve
liste gibi bütün âlemi temsil eder / simgeler. Ve Vahid-i Ehad / bir olan ve
birliği her şeyde görünenAllah’tan başka, merkezinde, bir şeyi kabul etmiyor.
Ebedî, sermedî / daimî bir beka / süreklilikten maada / başka, bir şeye razı
olmuyor.

     İnsanın çekirdeği
olan kalp, ubudiyet / kulluk ve ihlâs / samimiyet ve içtenlik altında
İslâmiyetle iska edilmek / sulanmakla, imanla intibaha gelir / uyanırsa; nuranî
/ nurlu, misalî / maddî olmayan âlem-i emir / Allah’ın değişmez kanunları’ndan
gelen emir ile öyle bir şecere-i nuranî / nurlu ağaç olarak yeşillenir ki, onun
cismanî / cisimli âlemine ruh ve hayat olur. Eğer o kalp çekirdeği böyle bir
terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak, nura inkılâp edinceye /
dönüşünceye kadar ateşle yanması lâzımdır.

     Ve keza / yine, o
habbe-i kalp / kalp çekirdeği için pek çok hizmetçi vardır ki, o hadim /
hizmetçiler kalbin hayatıyla hayat bulup inbisat / eder / yayılırlarsa, kocaman
kâinat / evren onlara tenezzüh ve seyrangâh / gezinti ve seyir yeri olur. Hatta
kalbin hadim / hizmetçilerinden bulunan hayal; meselâ en zayıf, en
kıymetsizken, hapiste ve zindanda kayıtlı olan sahibini bütün dünyada  gezdirir, ferahlandırır. Ve şark / doğuda
namaz kılanın başını Hacerü’l- Esved / Kâbe’de bulunan Siyah Taş’ın altına
koydurur; ve şehadet / Allah ve Peygamber’e olan şehadetlerini ve
şahitliklerini, Hacerü’l-Esved’e muhafaza için tevdi ve emanet ettirir.

     Madem benîâdem /
âdemoğlu kâinatın semeresi / meyvesidir. Nasıl ki bir harmanda başaklar
dövülür, tasfiye neticesinde semere / meyveler istibka edilir / bırakılır ve
iddihar edilir / biriktirilir. Binaenaleyh / bunun içindir ki, haşir /
kıyametten sonraki toplanma meydanı da  bir
harmandır, Kâinatın başak ve semere ve meyvesi olan benîâdemi / insanoğlunu
intizar etmekte / beklemektedir.

x

     Şu görünen umumî /
genel âlemde, her insanın hususî / özel bir âlemi vardır. Bu hususî âlemler,
umumî âlemin aynıdır. Yalnız, umumî âlemin merkezi şems / güneştir. Hususî
âlemlerin merkezi ise şahıstır. Her hususî âlemin anahtarları o âlemin
sahibinde olup, letaifi / manevî duygularıyla bağlıdır. O şahsî âlemlerin
saffeti / halisliği, hüsnü / güzelliği ve kubhu / çirkinliği, ziyası / ışığı ve
zulmeti / karanlığı; merkezleri olan eşhasa / şahıslara tâbi / bağlıdır. Evet,
âyine / aynada irtisam eden / resmolunan bir bahçe, hareket, tagayyür /
başkalaşma ve sair / diğer ahval ve hâllerinde âyine / aynaya tâbi olduğu /
aynaya uyduğu gibi; her şahsın âlemi de, merkezi olan o şahsa tâbi olup ona
uyar. Gölge ve misal gibi.

     Binaenaleyh /
bundan dolayı, cisminin küçüklüğüne bakıp da, günahlarını küçük zannetme /
sanma. Çünkü, kalbin kasavet / katılığından bir zerre / en küçük bir şey, senin
şahsî âleminin bütün yıldızlarını sönük hâle getirir.

 

Önceki İçerikABD’de Hayat Pahalı mı?
Sonraki İçerikTürk Yönetim Düşüncesinin Arka Plânı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.