Bir İnsani Değer Olarak Ölüm

185

Yer, huzurevi. Üç yaşlı kadın, üçü de ölümden çok korktuklarını birbirlerine anlatmaktadırlar. Bir taktik geliştirmeye karar verirler. Azrail, canlarını almaya geldiğinde bebek taklidi yapacaklar, güya Azrail’i kandıracaklardır ve uzun yıllar yaşayacaklardır. Gün olur, Azrail’i karşılarında görürler. Planlarını uygulama vaktidir. Biri “Inga” der, ikincisi “Mamma”, üçüncüsü de bebek şivesiyle “Anne” der. Azrail, bu numaraya kanmaz, “Haydi çocuklar, atta gidiyoruz.” der. Kurtuluş yoktur.

Ölümle ilgili bir niteleme yapmayacağım, korkunç veya güzel demeyeceğim. Anladığım tek değişmez gerçek, dünyaya gelen her varlığın bir gün bu dünyaya veda edeceğidir.

Yahya Kemal, “Asude bahar ülkesi” demiştir, ölüm ve sonrasına. Cahit Sıtkı, “Her mihnet kabulüm, yeter ki gün eksilmesin penceremden.” diyerek ölmemek adına her türlü sıkıntıya razı olduğunu ifade etmiştir dizelerinde. Beyazıt-ı Bestami, “Kalbin her çırpıntısı, ecelin ayak sesleridir.” diyerek ölümle iç içe yaşadığımızı vurgular. Hz. Ebubekir, “Ölümü özüne sevdir, nasıl olsa gelecek.” uyarısında bulunur.

Ölüm, bugünlerde gündemimde daha çok yer alıyor. Ya yaşımız gereği ya da çevremizde ölenlerin daha fazla olması. Algıda seçicilik deniyor buna. Sanal veya gerçek, her gün birkaç sela sesi duymamış olmayayım. Ölen, ölüyor; daha iyi, belki daha kötü bir hayata uğurlanıyor. Arkada kalanlar, ağlaşıyor, bazıları hatıralarını, bazıları da servetini paylaşıyor.

Bize insani değerleri sayar mısın dense aklımıza sevgi, vefa, dostluk, fedakârlık, cömertlik… gelir de ölüm hiç gelmez. Halbuki ölüm, en etkili insani değerlerden biridir. Hiç düşünmeyiz bunu, ölümü hep acı veren yönüyle zihnimize kodlamış, hayatımıza indirmişizdir. Ölüm, beşere insanilik değeri katan büyük ve evrensel bir terbiyedir, mekteptir.

Kadın, açıkta yüzen oğluna bağırıyor, “Uzaklara gitme, dalgalara kapılırsın.”, direksiyondaki kocasına, “Çok hızlı gidiyorsun, kazaya sebep olacaksın.” diyor, her birini ölümle korkutarak daha aklıselim olmaya davet ediyor. Sevdiğimiz ya da değer verdiğimiz birini herhangi bir konuda dikkatli, uyumlu olmaya, öfkesini kontrol etmeye, yardımseverliğe, titizliğe, hassasiyete, sabretmeye davet ediyoruz; bu davetlerinin tamamının temelinde gizli veya açık ölüm gerçeği mevcuttur. Ölümü aklımıza getirdiğimiz anda elimizi, bizi ölüme götürebilecek her türlü zararlı durumdan çeker, davranıştan kaçınırız. Ölüm, hayatı ifrat veya tefrit seviyesinde yaşamaktan bizi kurtarır, daha makul bir dizeyde yaşamaya taşır.

“Nasıl olsa her şeyin zamanla sonu yok mu? / Ömür dediğimiz şey küsecek kadar çok mu?” denir bir şarkıda. Ölüm, bir sondur. Yaşadığımız sürede hep başkalarının sonunu görüyoruz. Bir gün başkaları da bizim sonumuzu görecek. O halde küskünlük, kavga, kırgınlık, ihtiras, intikam niye olsun? Sonlu bir ömürde sonsuz bir öfkenin, kinin, zulmün, haksızlığın hiçbir anlamı yok, demeli ölüm gerçeğini anlamlandırabilmiş her akıllı insan.

“At ölür, meydan kalır; yiğit ölür, şanı kalır.” denir. Öldükten sonra yaşama isteği her insanda, farklı derecede de olsa, mevcut. Son birkaç yıldır resim, filografi sanatıyla meşgul oluyorum. Eser bitince karşısına geçip eserle övünüyor, bir taraftan da eserlerimle hatırlanacağımı düşünüyorum. İsmen, uzun soluklu yaşama arzusu bu. Bu kuvvetli duygunun tatmini için inancımızda üç miras türü tavsiye edilmiştir:

Birincisi, sadaka-i câriye, yani hayrı devam eden iyiliktir. Herkesin faydalandığı ve varlığı devam ettiği müddetçe sevabı da devam eden her çeşit hayır vakıfları bunun örneğidir. İkincisi, sâlih amel, kendisinden insanların sürekli faydalandığı ilimdir. İnsanın öğrendiği ilmi, elde ettiği bilgiyi başkalarına öğretmesi en büyük hayırlardan biridir. Üçüncüsü, arkasında kendisine dua edecek sâlih evlattır. Salih evlatla kastedilen Müslüman evlattır. Anne babaya düşen en önemli görev, çocuklarını iyi bir Müslüman olarak yetiştirmektir. Böyle bir evlat, ölümlerinden sonra anne babasına kendisi dua ettiği gibi, başkalarının da dua etmesine vesile olan işler yapar.

Ölüm, bedensel olarak dünya hayatındaki son eylemimizdir. Bu eylem, bir yönüyle değerlerimize de değer katar. Ne için ne uğruna, nasıl öldüğümüz de önemlidir. Adalet, hakkaniyet, vatan, kutsal inançlar uğruna ölmek, kişiyi de kişinin değerlerini de ölümü de yüceltir, mübarek kılar. Bu tür ölümler, ne güzel ölümlerdir. Onlar, bizim öldü zannettiğimiz dirilerdir.

Bazı filmlerin işkence sahnelerinde “Ölümlerden ölüm beğen.” denir, işkenceye devam edilir. Ölümlerden ölüm beğenmek bize bırakılsaydı siz hangisini tercih ederdiniz?

İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle dirilir, cümlesi hayatımızı tanzim etme adına oldukça etkili bir söz.