Bir Fantezi Olarak Çocuk İktidarı

19

Köy çocuğu olarak tek öğretmen nezaretinde beş sınıf bir arada öğrenim görüyorduk. Birleştirilmiş sınıflar deniyormuş buna. Kısacık boyumuz, küçücük ellerimizle sınıfı biz süpürür, sınıf sobasını kışın biz yakardık, diğer nöbetçi arkadaşımızla birlikte.

Üçüncü veya dördüncü sınıftayken, aklıma nereden geldiyse, sınıfı süpürme işini bitirdikten sonra birden “Türkiye’yi ben yöneteceğim.” dedim arkadaşıma. Ya öğretmenden dinlediklerim ya büyüklerimden işittiklerim etkilemişti beni. Omuzlarımda ağır sorumluluk hissettiğimi hatırlıyorum. Büyüklerimizin, Kore Savaşı, Altmış İhtilali sohbetlerine kulak misafiri olur, öğretmenimizden öğrenci hareketleri haberlerini alırdık altmışlı yıllarda.

Ne safça, ne masum talep, değil mi? Sen kimsin ki Türkiye’yi yöneteceksin? Boyundan büyük işlere talip olmak, bu olsa gerek.

Çocuklar arasında yüz metre yarışması yapılıyor. Kazanan için güzel bir bisiklet var. Yarışma başlıyor, ilerliyor, çocuklardan biri düşüyor. Yanındaki fark ediyor, öndeki fark ediyor, dönüp arkadaşlarını kaldırıyorlar, onun da yarışa devam etmesini sağlıyorlar ve hep birlikte birinci oluyorlar.

Fırsatçılık, ihtikâr, ihtiras, bencillik onların dünyasını henüz kirletmemiş. Fıtrattaki sevgi, paylaşım, vefa duygusu taptaze ve tertemiz.

Bir fotoğraf düşüyor önüme. Başında beresi, omuzlarında atkısı, sırtında çantası, ayağında botları, bedenini saran montu, elinde renkli şemsiyesiyle tam bir ilkokul çocuğu. Hava yağmurlu. Yol kenarında ıslanan kediyle karşılaşıyor. Şemsiyesini hemen kedinin üzerine getiriyor, onun ıslanmamasını sağlıyor.

Kendinden fedakârlık, kediye merhamet ve lütufkârlık … İşte, çocuk bu; insan, bu!

Söyleyen ne güzel tanımlamış çocuğu: “Çocuklar neden güzeldir, bilir misiniz? / Çünkü hesap yapmazlar. / Kahkahaları hesapsızdır, / Öfkeleri kin tutmaz / Sevgileri sahicidir, / Çocuklar bizim yapamadığımızı yaparlar / İçinden geldiği gibi davranırlar. / İnsan, en çok çocukken insandır… “

Fantezi bir teklif olduğunu ben de biliyorum: Dünyaya çocuklar egemen olsa, diyorum. Ülkeleri yönetsinler, uluslararası kuruluşların başında bulunsunlar. Matematiğin formüllerini, fiziğin kurallarını, siyasetin şeytanlıklarını, ekonominin dengelerini bilmeseler de olur. Fiziğin bütün yasalarını kavrayanlar, uzaya gidenler, Amerika’yı keşfedenler, makineyi ve dijitali icat edenler insanlığın huzuruna neyi kattılar? Gazze’deki çocuk katliamını, organ ticaretini çocuklar yapmadı, vahşi kapitalizmi çocuklar üretmedi, atom bombasını çocuklar atmadı, kıtalar arası füzelerle insanlara Cehennemi yaşatanlar çocuklar değildi, denizleri, karaları, havayı da çocuklar kirletmedi. Yetişkinlerin yönetimindeki bu dünyada kan var, göz yaşı var, haksızlık var, zulüm var, kâbus var.

Söyleyen ne güzel söylemiş: “İnsan, en çok çocukken insandır.”

Hesabi yerine hasbi olabilmek, öfkelendiğimizde dahi kin tutmamak, sevgimizde sahici kalabilmek, içimizden geldiği gibi davranabilmek, çocuksu ve insani davranışlar. Çocuk kalmak, biyolojik değil, o zihin ve arzu dünyasında kalmaktır. Duyguda, düşüncede, ülküde kirletilmemiş iklimi teneffüs etmek, bozulmamış doğada yürüyebilmektir.

Bir bilge, çocuklar hakkında şu tespitleri yapmış: “Rızık için endişe etmezler, hastalandıklarında Yaratıcı’yı kimseye şikâyet etmezler, tek başına yemeyi sevmezler, hata yaptıklarında korkar ve gözlerinden yaşlar akıtırlar, kavga ettiklerinde kin tutmadan hemen barışırlar.”

İnsanlığın, çocukların hüküm-ferma olduğu o huzur ülkesine hararetle ihtiyacı var. 

Çocuk cinayeti deniyor, yapanlar çocuk değil; çocuk pornosu deniyor, yapanlar çocuk değil; çocuk tecavüzü deniyor, yapanlar çocuk değil. Büyüklerin yaptığı pislikler “çocuk” tamlamasıyla tanımlanıyor. Büyükler, ellerini çocuklar üzerinden çekmeliler; çocukları yetiştirmek, eğitmek amacıyla ürettikleri her fikri, ortaya koydukları her eylemi gözden geçirmelidirler. Egemen kültürün, çocukları yetiştirmek iddiasıyla uyguladığı eğitim, çocukları tanımak gayesiyle geliştirdiği psikolojik formül ve teklifler ne çocuklara huzur vermiştir ne de dünya barışına bir katkı sağlayabilmiştir.

Gençleri, çocukları saygısızlık, tembellik, vefasızlık, acımasızlık gibi birtakım olumsuzluklarla suçluyoruz. Bu olumsuzlukları eğitim yanlışlığına veya eksikliğine bağlıyoruz. Hedef tahtasına okulları ve aileleri koyuyoruz. Okuldaki öğretmenler, ailedeki ebeveyn kendine toz kondurmuyor, suçu karşı tarafta arıyor. Bu bir samimiyetsizliktir. Şikâyet edilen her olumsuzluk, büyüklerin çocukları ya telkinidir ya örneklemesidir. Büyükler rol modeldir. Kem âlât ile kemalât olmaz, demiş atalarımız. Yani kötü aletle güzel eser ortaya konamaz.

Hayat, bir süreç. Hepimiz bu hayattan bir gün çekileceğiz. En güzel eser, hoş bir seda bırakmak. Sosyal birey olarak topluma, ebeveyn olarak evlatlarımıza, eğitimci olarak öğrencilerimize bırakacağımız en güzel hediye, onların çocuk kalmalarını sağlamak, duygu ve düşüncelerini kirleten her türlü haşerata karşı mücadele etmektir.

Bulunduğumuz yaşın önemi yok. Ne denmişti? “İnsan, en çok çocukken insandır.”