Bir Demokrasi Alana Bir Tahrir Bir Taksim Bedava!

85

 

Kitleler Tahrir Meydanına çıktıklarında nerdeyse tüm dünya alkışladı.

Belki de Doğu-Batı ittifakı en iyi bu konuda oldu.

“Tahrir”, “H-R-R” kökünden kökünden gelen “özgürleştirme” anlamına gelen bir kelimeydi.

Yani, seçtirilmiş bir diktatör olan Mübarek zalim adamdı.

Ve melun adam, aslında darbeyle işbaşına gelmişti.

Darbeyle alaşağı ettiği adam da aslında çok farklı değildi.

Ama Mübarek, Baas’ın bir adım ilerisine gitmişti.

İsrail’in varlığına sıkıntı olmayacaktı.

Süveyş Kanalı konusunda sıkıntı çıkarmayacaktı.

NATO’da olmayan bir NATO ülkesi gibi işlevi görecekti.

Eh, bunun için yıllık belli teselli ikramiyesi alacaktı Mısır.

Mübarek de 30 yıl iktidarı garantileyecekti.

Gün geldi.

Mübarek’in miadı doldu.

Onca yıllık iktidarında kılcallara kadar sirayet etmişti.

Hem zamanı gelmiş, hem de biraz da AB kanadıyla flört etmeye başlamıştı.

Ve tıpkı bölgede 50’ler ve 60’larda yapılan gibi bir darbe gelmişti.

Yüzbinler Tahrir Meydanındaydı.

CNN günlerce bu konuyu işledi.

Nasılsa kime mikrofon tuttuysa Amerikan aksanıyla İngilizce konuşanlar denk geliyordu.

İlkokul çocuklarından biri dahildi buna.

Yani darbenin dili Amerikan İngilizcesiyle oldu.

O zaman da yazdım.

Bu bir darbedir, karşı darbedir diye.

Olsa olsa karaoke devrimi çıkardı buradan.

Arifeyi gören Müslümanlar, bayram da geliyor sandı.

Oysa, ellerinde joysticklerle bölgeyi bahar mevsimine boyayan bir “Demokrasi” eli vardı.

Amerika’yı filan incitirseniz, demokrasi tepenize binerdi.

Bindi.

Batı’da aylarca yankılandı bu olay.

İslam âlemi de zaten, aynasına bakardı.

Türkiye içinde de muhafazakar basın, Müslümanların iktidarından dem vuruyordu.

Sosyalizmden, serbest pazara, liberalizmden faiz konusuna kadar tartışmalar oldu.

Her sistemi kendi içinde anlamak yerine, her sistemin İslam’la yeniden tasarlanmasıydı olan.

Demokrasi de öyle.

Demokrasiyi de, ilk dalgakıranlar aşıldıktan sonra, “İslam’da şura veya istişare” ile özdeş kıldık.

Gerçi zaten o da pek fazla sürmemişti, ama en azından Batı’ya anlatacak bir şey oluyordu.

Onlarsa arada, belli belirsiz, bir de üç Tanrı’dan bir demokrasiye gidilir, uzlaşma var, denirdi.

İslam’da ise Allah zaten bir tane idi modelleme vahdet üzerine kurulmuştu.

Oysa, demokrasilerde, evet, seçim filan olurdu!

Ancak parti içinde vekiller nasıl seçilirse, İslam ülkelerinde liderler de öyle seçilirdi.

Demokrasi böyle demişti.

Ha, demokrasi olmazsa, darbeyle seçtirmek daha kısa ve az masraflı olurdu.

Hatta darbe yapınca nasılsa demokrasinin para muslukları da açılırdı birden.

E, Batı Ali Baba hikayelerini bilir hani!

Açıl,susam, açıl!

Haramilerin öğrendiği bu olunca sıkıntı olmazdı.

Siyaset ve diplomasi dilimiz de zaten iç tüketime yönelik olunca, o da bize yeterdi.

Halktan oyu alır, sıkışınca umuru Allah’a havale ederdik.

Sonra Kutsalların dile zaten kutsal olmayan bir diplomasi ve küresel oyunu izah ederdik.

“Firavun” hem Tevrat’ta hem Kuran’da zalim bir yönetimdi.

Eh, milletin en azından kulağına onun nasıl kahrolduğu çalınmıştı.

Mübarek darbeyle gelmiş, darbeyle de gitmişti.

Ancak getiren darbe diktacı, götüren darbe ise demokratik darbeydi.

Halk Tahrir’de toplandığında, demokratik darbe olmuştu.

Mübarek tepetaklak inmiş, hatta bir kafese konulmuştu.

Sonrasında halk yine toplandı  Tahrir’de.

Bu sefer yine diktacı bir darbe işbaşı yapmıştı.

Mursi gitmiş, Sisi gelmiş, bir bilim adamı olan akademisyen ezilmişliğini iktidar oyununa katılarak göstermişti.

Daha önce de Baradey, ABD’den getirilmiş ve nasılsa bir hesap hatası olmuştu.

Sisi bu sefer onay aldığı şekliyle onu yönetime uygın görmüştü.

Hasılı…

Twitter ve Facebook yine devrim yapmıştı!

Ne diyorlardı hani?

Twitter revolution!

Şimdi Mursi hapiste, Mübarek serbest!

Rabia’da mahzun toplanan, ne olduğunu anlamaya çalışanlar yine Sisi filan diye kızıyor.

Sisi’nin gizlediği ise, bir deniz bir oknanus ötede.

Nasıl İsrail’le kendiniz gizlediyse!

Nasıl Yunanlar gösterip kendini gizlediyse!

Nasıl, hem katliam ve vampirlik yapıp, insanların haklarında dem vurdu, çevre bilinci aşıladıysa!

Aynı acı tuluat Mısır’da yine alkışları topluyor.

İslam âlemi ise yine sukût ile altın toplayıp, belki bir altın buzağı hikayesi daha çıkaracak.

Firavun belli, Musa da öyle!

Ancak Harun’ları susturunca Musa da ifade edemedi bazı şeyleri.

Oysa…

İlk darbe Osmanlı’ya yapılmıştı.

Baas ve özellikle Hıristiyan Baas ve Vehhabilik bunda kullanılmıştı.

Osmanlı gidince Baas, hürriyet muradına ermiş, Batı kerevetine çıkmıştı.

Sonrasında Baasçılar kaynakları millileştirmek istediklerinde, karşılarına İslamcılık akımları çıkarıldı.

İslam’ın evrensellikleri ele alınırken, kaynakların da küreselleşmesinde beis yoktu.

Direnen olunca darbe, pardon demokrasiler geldi.

Kiminde Baas kiminde gassal önünde mevtalar devrede oldu.

Musaddık da İran’da öyle indirildi CIA tarafından.

Sonrasında Şah geldi.

Sonra Humeyni ile Avrupa ve Rusya kendi oyunlarını oynadılar.

Amerika dışlandı.

Ondan beridir de ABD büyük düşman, İsrail küçük!

Peki İngiltere nerde?

Rusya nerde?

Mısır’la Türkiye bölgenin ikiz kulesi olarak İslam dünyasının iki sünni kalesiydi.

Kulenin üzerine bir de kubbe inşaatı yapılacaktı ki sütunun birini çökerttiler.

Ya diğeri!

Onunla ilgili çalışmalar devam ediyor…

Herkes haddini bilmeli değil mi?

O nedenle, İran-Rusya-Almanya Suriye’de beraber çalışıyor.

Ve birkaç senedir olanlar aslında, Sykes-Picot sonrasındaki en büyük yeniden paylaşım planı.

Rusya-Çin tüccarlık yaparken, demokrasinin anlamını kavramış, halklarını uyarıyor.

Yani bu demokrasi öyle bir bereketli şey ki!

Hem onu getirenler hem de ondan sakındıranlar kazanıyor!

O halde, demokrasiye şapka çıkaralım…

Ve hep yaptığımız gibi dua edelim ki…

Demokrasi, İsrail, Almanya, Rusya, Çin ve Amerika’yı muhasara etsin!

Zaten başka ne geliyor elden.

Bir demokrasi alana bir Tahrir bir Taksim bedava geliyor.

Değil mi?