Bir Başka Açıdan Atatürkçü Düşüncede Çağdaşlaşma (3)

117

Elbette doğum yeri özlenir ama faaliyet oluşta ve doluştadır. Nitekim Dünya’da BAB, NATO, CENTO, Üçüncü Dünya Ülkeleri Bloku, dağılan Varşova Paktı Üyeleri’nin birliği doğuşla değil, oluşla alâkalı bir husustur.

İster istemez fert veya cemiyet, takdire rıza gösteriyor, reddedemiyor. Yani içinde bulunduğu oluşun verdiği imkânlar ölçüsünde vaziyet alıyor, ancak oluşuna göre oluş çerçevesinde kendisine çeki düzen veriyor. Tıpkı insanın milliyetini, bir bakıma konuştuğu lisanın / dilin tayin etmesi gibi.

Atatürk, öyle bir şahsiyet ki, her devrin adamı olabilecek evsafı hâiz yani vasıfları var. Herkesin kendisinden alabileceği veya herkesin az çok kendisini onda görebileceği bir kültür ve fikir zenginliğiyle donatmış zihin ve dimağını.

Bu bakımdan herkesin kendisini, kendisinde görebileceği, bulabileceği çok zengin bir yönlülük arzeder. Nitekim her görüş sahibi, fikrini istinad ettirebileceği sözleri, onun konuşmalarında rahatça bulabilir.

Atatürk, çok yönlü bir devlet adamı, çok yönlü bir kişilik sahibi. O, daha çocukluğundan beri baş olmayı, başa geçmeyi kafasına koymuş biridir. Eşref Edip merhum, bizzat bana; O’nun Millî Mücadele’deki müspet katkısından ve lider seçilişindeki isabetten ve O’nun asıl dehasının kumandanlıktan ziyade, teşkilâtçılıktaki hüner ve mahareti olduğundan söz etmiş. Ve şayet seçilmeseydi, başka bir İslâm Ülkesi’nde zuhûr edebileceğinden bahsetmiştir. Nitekim Kuzey Afrika’da, bu teklifi yapar: “Bana şu kadar meblağ para tedarik edin. Sizin istiklâlinizi ilân edeyim.” der. Evet bu hakikat; Eşref Edib’in bizzat bana söylemiş olduğu sözlere dayanmaktadır.

(“Eşref Edip Fergan: Gazeteci, yazar (Serez 1882-İstanbul 1971). Sırat-ı Müstakim’i çıkardı (14 Ağustos 1324). 182. sayıdan itibaren ismini Sebilü’r-Reşat olarak değiştirdi. İttihat-ı İslâm fikriyatının önderleri arasına girdi…Millî Mücadele’nin başlangıcında Mehmed Âkif ile Balıkesir’e gitti (1920). Âkif’in vaazlarını bastırarak halka dağıttı. İstanbul’a dönüşünde Sebilürreşat idarehanesini Anadolu ile bir irtibat bürosu hâline getirdi. İstanbul’un işgali üzerine Âkif’le beraber Kastamonu’ya, oradan da Ankara’ya geldi…I. ve II. İnönü muharebelerinden sonra vukubulan Eskişehir ve Kütahya bozgunları üzerine Kayseri’ye geçerek halkı mücadeleye davet eden neşriyata devam etti.” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 3 Dergâh Yayınları, İstanbul-1979, s. 193)

Velhasıl Atatürk, herkes için tükenmez bir malzeme ve kaynaktır. Herkes O’nda kendine uygun sözler bulup, onu kendi safında gösterebilir. Çünkü Atatürk, nerede, ne zaman ve kime karşı nasıl, ne şekilde ve ne muhteva ve içerikte konuşması lâzım geldiğini çok iyi bilen bir kişiliğe sahiptir.

Evet Atatürk çok yönlü bir şahsiyet. İlk talebelik yıllarından itibaren kendisini bilhassa arkadaşı Ömer Naci’nin teşvikleriyle hitabet sahasında yetiştirmesini bilmiş. Daha o zamanlarda arkadaşlarını karşısına alıp onlara nutuklar vermeye başlamıştır. Hatta bu konuşmalarında, onların hayal bile edemiyecekleri, sonradan gerçekleştirmeyi kafasına ta o zamanlarda koyduğu hususlardan onları haberdar etmiş ve onları şaşırtmıştır.

(“Ömer Naci, Türk asker ve siyaset adamı (?1880-Kerkük 1916). Harbiye’yi bitirdi (1901). Daha sonra İttihat ve Terakkî’ye dönüşen Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı (1906). Kovuşturmaya uğrayınca Paris’e kaçtı, sonra Kafkasya’ya, ardından da İran’a geçti. İran’da tutuklandı. 1908 Devrimi’nden sonra İttihatçıların araya girmesiyle serbest bırakıldı. Trablusgarp ve Balkan Savaşları’na gönüllü olarak katıldı…Birinci Dünya Savaşı’nda bir gönüllü birliğin başında İran’da savaşırken tifüsten öldü. İttihat ve Terakkî’nin önde gelen üyelerinden biri olan Ömer Naci hatipliği ile ün yapmıştı.” Büyük Larousse C. 15, İstanbul-1986, s. 9030)

Bu gelişmeler sonucu konuşma san’atında öyle merhale ve mesafe katetmiştir ki, artık nerede, ne zaman, kime karşı nasıl konuşması lâzım geldiğini takdir eder bir duruma ulaşmıştır.

Bu çok yönlü taraflarıyla Atatürk, herkesin dikkatini kendi üstünde toplamasını bilmiş. Herkes az veya çok onda biraz kendini bulmuştur. Bu çok yönlülük Atatürk’ün lehinde ve aleyhinde olanlara bol miktarda malzeme sağlamıştır.

 

 

Önceki İçerikHıristiyanize Edilen Müslümanlık – I
Sonraki İçerikBir Başka Açıdan Atatürkçü Düşüncede Çağdaşlaşma (4)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.