Bir Başka Açıdan Atatürkçü Düşüncede Çağdaşlaşma (11)

34

“Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, insanlığın dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşallah.” (a.g.e. s.32)

“Hem o yeis (ümitsizlik)tir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, umumun menfaatini bırakıp şahsî menfaate nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, mâneviyatımızı kırmış. Az bir kuvvetle, inançtan gelen mânevî kuvvet ile doğudan batıya kadar istilâ ettiği hâlde, o harika manevî kuvvet, ümitsizlikle kırıldığı için, zâlim Batı dört yüz seneden beri üç yüz milyon (şimdi bir buçuk milyar) Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hatta bu yeis ile başkasının lâkaytlığını ve gevşekliğini kendi tembelliğine özür zannedip ‘neme lâzım’ der, ‘herkes benim gibi berbattır’ diye inancının gereğini terkedip kendine düşen hizmeti yapmıyor.

“Madem bu derece bu hastalık bize bu zulmü etmiş, bizi öldürüyor, biz de o katilimizden kısasımızı alıp öldüreceğiz.” (a.g.e. s.38)

Çünkü “Yeis, mâni-i her kemâldir.” Yâni ümitsizlik, her türlü yükselişin yegâne / tek engelidir. “Neme lâzım, başkası düşünsün, İstibdad’ın yâdigârıdır.” (a.g.e. s.79)

Bunun içindir ki, Mustafa Kemal, ümit-bahş cümleler de sarfetmek ihtiyacını hissetmiş ve: “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.” (M. Orhan Bayrak, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, İstanbul-1990, s.170) demiştir.

8. Lâiklik

Türkiye’de en çok tartışılan bir konu olmuş ve hâlen de güncelliğini korumaktadır. Umumiyetle tenkitler, Batı’nın tatbik ettiği lâikliğin Türkiye’de de uygulanması gerektiği şeklindedir.

Bugünkü şekliyle devam ettirilmek istenmesinde, Batı’nın dolaylı istek ve baskılarının rolü olduğu ve Batı’nın, Osmanlı rûhunun yeniden zuhurundan, son derece korktuğu ve endişe ettiği artık bilinen bir gerçektir.

O zaman icbâren yaptırılan bu ilke, o günkü şartlarda tatbikine mecbur kalınmışsa da, bugün için öyle bir zaruret yoktur. O gün Türkiye’nin geçiş devresine, fetret devrine ihtiyacı vardı. Yoksa daha o zamandan Türkiye’nin hür ve müstakil bir devlet olarak 20. asra doğmasına izin vermeyecekleri izahtan vâreste mühim bir husustur.

Bugün de Batı, Türkiye’nin Osmanlı’ya vâris olmasına asla râzı olmaz. Ama, bu hususta artık elinden eskisi gibi köstekleyici bir şey gelmeyeceğini de ister istemez kabul etmek zorunda kaldığını, yavaş yavaş anlamaya başlamıştır.

Batı, Türkiye ile yapamayacağının ve Türkiyesiz de kalamayacağının bilincindedir artık.

Yine de henüz Avrupa’nın manevî istibdâdı altındayız. İlerleme ve yükselmemizi sağlamak için son derece ihtiyat ve itidâl sahibi olmak lâzımdır.

Bunu yaparken de, vicdanın ziyası olan manevî ilimleri ve aklın nûru olan fen bilgilerini birlikte öğrenmeli. Ancak ikisinin karışımıyla hakikatin tecellî edeceğini bilmeliyiz. Çünkü birbirlerinden ayrıldıkları zaman birincisinden yâni mânevî ilimleri tahsil edip de, fen bilgilerini ihmal edince taassup, ikincisinden yâni mânevî ilimleri ihmal edip de, fen bilgileriyle yetinince hile ve şüphe doğar.

9. Devletin Bekası

Atatürk, Devletin bekasını ve devamını, en başta gelen mukaddes bir vazife olarak görmekte ve göstermektedir:

“Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

“Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.” (Kemal Atatürk, Nutuk, c.2, İstanbul-1971, s.897-898)

Haklıdır çünkü bu vatan, bu millet ve bu devlete -Allah etmesin- halel geldiği takdirde, değil sâdece Türkiye, dünyanın da neler kaybedeceği aşağıdaki satırlarda, lâyıkı veçhile, en güzel ve gerçek şekilde dile getirilmiştir.

Edirne, Kuşçubaşı Eşref Bey tarafından kurtarılmıştır (21 Temmuz 1913). Bu münasebetle, Edirne’ye doluşan yabancı gazeteciler, o zaman kurtarıcı öncülerden olan Said-i Nursî ile de konuşurlar:

“-İçinde yaşadığınız devlet Türk devletidir. Ama siz İslâmiyet için savaştığınızı söylüyorsunuz.

“-Devletimizi Türkler kurmuşlardır. Ama onu İslâm’a göre düzenlemişlerdir. Türkler devlet hayatında hiçbir zaman diğer milletleri saf dışı etmemişler, liyakatleri ölçüsünde devlete iştirak ettirmişlerdir. Herkes biliyor ki, Türklerin kurduğu bu devlet dünyada İslâmiyet’i temsil ediyor. O’nun yeryüzünden kalkması sadece İslâm dünyası için değil, bütün mazlumlar için felâket olur.” (Mehmet Niyazi, Yazılamamış Destanlar, İstanbul-1991, s.161)

 

 

Önceki İçerikDoktora Öğrencisi Mairamkan İsâbaeva Hanımefendi ile Şemsü’l-eimme İmam Serahsi hakkında konuştuk.
Sonraki İçerikKalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı, Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. BİNGÜR SÖNMEZ Hoca’nın Yayına Hazırladığı SARIKAMIŞ Hakkında Kitapları
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.