Merhum Mehmed
Kırkıncı Hoca 1970 yıllarında İstanbul’da bir meclisde sohbet etmektedir.
Cemaat içinde
mahallî / yerli kıyafetleriyle oturan ve dersi çok dikkatli bir şekilde
dinleyen, üç tane de Bağdat’tan gelmiş Arap âlimi vardır.
Ders sırasında
şöyle bir parça okutur:
“ ‘İşte ey ehl-i
Kur’an (Kur’an ehli, Kur’an yolunda olan ve bu uğurda asırlarca, gâzi olmuş,
şehid düşmüş) olan şu vatanın evlâdları!
‘Altıyüz sene
değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in
bayraktarı (O’nun yolunda gayret sarf edeni, O’nun koruyucusu ve savunanı)
olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur’an’ı ilân etmişsiniz (üç kıtaya
yaymışsınız).
‘Milliyetinizi
(Türk milleti olarak m. b.), Kur’an’a ve
İslâmiyete kal’a (kale) yaptınız.
‘Bütün dünyayı
susturdunuz, müdhiş (dehşetli) tehacümatı (Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin
şahsında İslâm’a karşı yapılan hücum ve saldırıları. b.) def’ettiniz
(savdınız). Tâ:
‘Ey iman edenler!
Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki), Allah ileride (onların yerine) öyle
bir kavim getirir ki, (O) onları sever, ve (onlar da) O’nu severler; (o
bahtiyar insanlar) mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı
şiddetlidirler!
‘Allah yolunda
cihad ederler hiçbir dil uzatanın kınamasından korkmazlar!…’ (Maide: 54,
Hayrat Neşriyat)
‘Âyetine güzel bir
mâsadak (mazhar) oldunuz.
‘Şimdi Avrupa’nın
ve firenk-meşreb (Avrupalı) münafıkların (iki yüzlülerin) desiselerine (gizli,
hile ve oyunlarına) uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak (mazhar) olmaktan
çekinmelisiniz ve korkmalısınız!’
“Dersten sonra o
Arap âlimlerinden birisi elini kaldırdı ve güzel bir Türkçe ile:
‘Dinlediğim bu
ders beni konuşmaya mecbur bıraktı. Müsaade ederseniz bir şey söylemek
istiyorum’ dedi ve şunları anlattı:
‘Bizim ilkokul kitaplarımızda şöyle bir
hikâye anlatılır:
‘Annesini
kaybeden bir aslan yavrusu koyunların arasına girmiş ve koyunların sütünü
emerek büyümüş.
‘Zamanla kendini
koyun zannetmiş. Bir gün koyunlardan birisi aslana şöyle demiş:
‘Sen bizim
cinsimizden değilsin. Sen aslansın, biz koyunuz. Sen bu dağların kralısın. Son
zamanlarda bu dağlarda çakalların, ayıların sesleri fazla yükselmeye başladı,
bizi rahatsız ediyorlar. Bir kükresen de bizi bunlardan kurtarsan’ demiş.
‘Fakat aslan bunu
kabul etmeyerek, ‘Ben de sizin gibi koyunum’ demiş.
‘Koyunun
günlerce ısrarına rağmen aslan, aslan
olduğunu bir türlü kabul etmemiş.
‘Nihayet bir gün
koyun, aslanı alıp bir su birikintisine götürmüş.
‘İkimizin de
sudaki akislerimize (yansımalarımıza) iyice bakalım. Senin yelelerin var, benim
yok. Söyle bakalım ikimiz de aynı mıyız?’ diye sormuş. Aslan, ‘Hayır değiliz’
demiş.
‘Sonra koyun,
‘Senin pençelerin var, bizim yok, senin dişlerinle bizim dişlerimiz bir değil.
‘Hatta senin
sesinle bizim seslerimiz bile farklı.
‘İstersen bir ben
meleyeyim, bir de sen kükre’ demiş ve önce koyun cılız bir sesle melemiş,
arkasından aslan bütün heybet ve dehşetiyle kükremiş.
‘Aslanın bu
kükremesini duyan çakallar yuvalarına, tilkiler deliklerine, ayılar inlerine
kaçışmışlar.’
‘Sonra elini
dizine vurarak:
‘Hocam’ dedi.
‘Biz şimdi size:
(Ey Türk
milleti! m. b.):
KOYUN OLMADIĞINIZI
HAYIRLISI İLE BİR
ANLATABİLSEK!’ ”