Bin Fırat, Bin Kızıltuğ ve Bir Menekşe

74

12 Eylül 1980 darbesinde 14 arkadaşımla birlikte kurduğumuz Yazarlar Birliği,  (o günlerde henüz isminin başına Türkiye ismini almamıştı) kapatılmayan sivil toplum kuruluşları arasındaydı. Büyük ihtimal Kızılay Hatay Sokak 6/16 adresindeki merkezimizi unutmuşlardı sanırım. Bu iki yaşındaki genç aydınlar platformumuz programını sürdürdü. 1983 yılındaki genel seçimlerde Anavatan Partisi tek başına hükümeti kurdu, ülke ve toplum sivil hayat ile yeniden yüzleşti. Cemil Çiçek hem Anavatan Partisi’nin kurucusu ve hem de Aileden Sorumlu Devlet Bakanı idi. (1987) Vakfılar Genel Müdürlüğü de kendisine bağlı idi. Yazar Birliği Başkanı ile birlikte kendisini kutlamaya gittik. Bakanlık miting alanı gibiydi. Sıra vardı ayrıca. Özel kalemine not bırakıp ayrılacaktık ki, sekreterya bizi bir başka odaya buyur etti. Girdik. Hemen peşimizden Cemil Çiçek geldi. “Seçmenin işi bitmez. Ayrıca bizi mutlaka bulurlar. Benim işim proje üreten aydınlarla. Kendime başarısız dedirtmem. Başarılı da olsak, başarısız da olsak hep birlikte olacağız. Siz sorunları söyleyin, birlikte çözmeye çalışalım. Uygulanabilir proje getirin, hayata geçirelim.”

Şaşırmıştım. Sadece kutlamaya gelmiştik oysa. Bundan cesaret alarak Ankara veya İstanbul Cağaloğlu’nda milli emlak yahut vakıflara ait bir yer talep ettik. Hemen Vakıflar Genel Müdürünü aradı. Bu kurum kendisine bağlıydı. Başkent’te yer yokmuş. İstanbul’da Kızlar Ağası Mehmet Ağa Medresesi böylece Yazarlar Birliği’ne tahsis edildi.

 

Bir Kitap Tanıtımı

Bakanlığa ayrıca verdiğimiz proje ile üç ciltlik bir Aile Ansiklopedisi hazırladık, bir de itibar baskılı üçer aylık dergi. Bunların gelirleriyle de Ankara Kızılay’da bir daire satın aldık.

Daha önce Kızlar Ağası Mehmet ağa Medresesi Çocuk Esirgeme Kurumu falan imiş. Kolları sıvayıp, taşın altına elimizi sokup burayı tamir ettirerek hizmete açmaya karar verdik. Zaman aldı. Genç bir politikacı olan Recep Tayyip Erdoğan’a durumu anlattık. Önemli katkı verdi. İmkanlarımız nispetinde pırıl pırıl oldu bu fiziki mekan. Böylece hem Ankara ve hem İstanbul’da Yazarlar Birliği’nin yeri oldu.

Kızlar Ağası Mehmet Ağa Medresesi böylece İstanbul’da yıllardır bir kültür platformunun merkezi haline geldi. Bu defa hem edebiyatçı ve hem de müzik üstadı Fırat Kızıltuğ için bir toplantıya ev sahipliği yaptı burası. Akıl fikir Yayınları üstadın hatıralarını havi çalışmalarla donatılmış “İki Fırat İkiKızıltuğ” adlı kitap çalışmasını yayınladı. Tanıtımı için de burası merkez seçildi. Kalabalık bir sanatçı topluluğu gelmişti. Özellikle de hep gençler ve hanım sanat-kitapseverler doldurmuştu salonu. Benim gibi aksakallar da yok değildi.

 

Doğu ve Batı Medeniyetinin Sözü ve Sazı Olan Bir Sanatçı

İlk konuşmayı Akıl Fikir Yayınevi’nin yöneticisi Fatma Yargıcı yaptı. Bugün 82 yaşında olan Fırat Kızıltuğ için ilk toplantıyı 80 yaşında ESKADER’in gerçekleştirdiğini hatırlatan Fatma Yargıcı Üstad’ın hayatının her döneminin önemli olduğu için bu eseri neşrettiklerini belirtti.

Prof. Dr. Ümit Meriç yayınlanan söz konusu kitabın isminin “İki Fırat, İki Kızıltuğ” değil, “Binbir Fırat, Binbir Kızıltuğ” olması gerektiğini belitti. Ümit Meriç’e göre Fırat Kızıltuğ nadir yetişen bir aydın. Fırat Bey binbir derinlik ve güzellik taşır. Ancak bunun farkına varılmadı, varılacak. Fırat Kızıltuğ çok katmerli bir Avrasyalıdır. İki medeniyet onda toplanmıştır. Asya ve Avrupa’nın ilkelerini üzerinde taşır. Doğu ve batı medeniyetinin sözünü ve sazını terennüm eder.

Prof. Dr. Ümit Meriç, Fırat Bey’in babası Cemil Meriç’in(Reyhanlı 1916- İstanbul 1987) yakın dostu, kızının müzik hocası olduğunu belirterek “Kızımda dedesinin kokusunu hissediyorum. 3. kuşak olarak da dostuz. Geniş bir repertuvarı var. Milli Eğitim Bakanı iken Nabi Avcı Bey’e söyledim “Fırat Bey’in doğum günleri için söylenen (mutlu yıllar sana) melodisine alternatif olarak yaptığı beste var. Bunu okullarda öğretelim dedim.”

Bir Fırat Bir Kızıltuğ adlı hacimli eserin yazarı Menekşe Özkaya da “Hocam bana ufaklık der. Bir öğretmen olarak kendisi ile iyi bir yolculuk yaptık. Bir başarı varsa hocamın duasıdır” diye konuştu.

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Mahmut Bıyıklı da Bir Fırat Bir Kızıltuğ isimli bu eserle Fırat Kızıltuğ’a daha bir yakınlaşıldığını anlattı.

 

Saadettin Kaplan’a Rahmet

Fırat Kızıltuğ ise konuşmasında önce okuma hayatını değiştiren, kültürü nasıl araştıracağını öğreten, medeniyeti ne şekilde algılanması gerektiğini belleten Cemil Meriçiçin yazdığı bir şiiri okudu. Eğer bu şiir daha önce ailenin ellerine geçseydi Cemil Meriç’in mezar taşına yazılacakmış.

Fırat Kızıltuğ’a göre Cemil Meriç, ilerde daha iyi anlaşılacak, eserleri dünya dillerine tercüme ediliyor, Fransızcası çok iyi bir yazar, öğretmen ; Hint ve Uzakdoğu çok iyi bilen bir aydın, hakeza İslam’ı da öyle. Sentez yapmış, yol salık vermiş bir entelektüel.

Kitabın ismine gelince, Fırat Kızıltuğ şöyle anlattı; bu çalışma esnasında şair dostum Saadettin Kaplan(Ağrı Patnos 1944- İstanbul 2016) rahmetliden de bir yazı istedim. Yazının başlığı İki Fırat, İkiKızıltuğ idi. Saadettin Kaplan bunu şöyle açıklıyordu yazısında “Ben Fırat kenarında doğdum. İlk okuduğum kitaplardan biri de Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun(İstanbul 1906-1966) Kızıltuğ (1927) adlı eseriydi. Bu romana hayran oldum. Bu hayranlığım sürerken karşıma Fırat Kızıltuğ çıktı. Onunla tanıştım.” Böyle değiniyordu rahmetli Saadettin Kaplan yazısında.

Notlarıma bakıyorum. Yanımda ünlü öykü yazarı, önemli bir entelektüel ve ESKADER Başkanı Şerif Aydemir oturuyor. Diyor ki Fırat Kızıltuğ konuşmasında;

-1935 yılında Bayburt’ta doğdum. 82 yaşındayım. 50 yıl klasik müzik tecrübesi yaşadım. Büyük sanatçılarla çalıştım. 2000 yılında emekli oldum. Şiir ve hikayeler yazdım. Türk Edebiyat Vakfı ve Dergisinde çalışmalarımı ilerlettim.

 

İkiz Kardeş Olanlar Kimler?

Yazar, şair, bestekâr, öykücü, viyolonsel ustası, udi Fırat Kızıltuğdaha sonra şöyle konuştu;

-Annem Bayburt’ta saf bir köy kızıydı. Eğitimimiz için her şeyini harcadı. Babam Trabzon’da bandocu. Benden 16 yaş küçük Londra’da yaşayan kardeşim de müzisyen. Ailemiz hep öyle. Anneciğim bu üç müzisyenin nazını çekti.

FıratKızıltuğ hayatı söz olarak algılayan, kelimelerle müzik yapan bir aydınımız. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rızayev ve ailesiyle de özel dostluğu var. Sık gidip geliyorlar birbirlerine. Ahmet Cevat’ın(1892-1937) güftesi, Üzeyir Hacıbeyli’nin(1885-1948) bestesi “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türkün Bayrağına/Ah düşerdim heç ölmezdim düşebilsem ayağına” isimli şarkı Azerbaycan’ın SSCB’ye dahil olduğu günlerde hikayesini ve arka planını yazmak zordu. Fırat Kızıltuğ bu şarkının öyküsünü Anar Rızayev “artık, anlatabilirsin” diye müsaade ettiği günlerde dile getiriyor. Yoksa Stalin ve Lenin yönetimlerinde olduğu gibi Azerbaycan’da yeni bir Sovyet zulmü başlayabilirdi.

 

Viyolonsel  Fırat Kızıltuğ’un ud çalması önce yadırgandı. Çünkü viyolonsel ustasıydı. Bu tespiti şöyle yansıttı bize;

-Enstrüman çalanlar şarkı okumak istemezler. Daha önce Türkiye Yazarlar Birliği’nde ud, keman, ve müzik dersleri verdim. Ben şarkı okumak için ud çalıyorum. Öyle ki seminerlerimde açıklamalar yapıyor, ardından unutulmak üzere olan parçaları okuyordum. Türk müziği Türkçenin ikizidir. İkisi birbirinden ayrılmaz. Çin kaynaklarına göre Türkler bağ bozumunda bile müzik yapar, şarkı, ilahi söylerler.

 

Türkçemiz ve Müziğimiz Diri Kalmalı

Fırat Kızıltuğ’a göre kopuz Çin’den orta Avrupa’ya, Sibirya’dan Afrika Sahrasına kadar olan coğrafyanın müziğidir. Türkçemiz ve müziğimiz hep diri kalacak. Hiç bir milletin bizimki gibi eskiye dayanan şarkıları yoktur. Çünkü şarkılarımız Türkçedir. Öyle ki bir ekselans Türk müziği dinlemek için geldiği konserde sanatçıların akort yapmasından bile etkilenmiş.

 

İkindi ezanı okunuyordu. Fırat Kızıltuğ bekledi. Sonra udunun akordunu yaparak bir mini resital verdi. Kürdilihicazkar ile başladı “Nerdesin gönlümün canlı civanı nerdesin?/Kim bilir hangi diyarda, hangi ıssız yerdesin?”

Sonra Suphi Ziya Özbekkan’dan güftesi bestesinden, bestesi güftesinden muhteşem bir eser “Bahçenizde sümbül olsam/ Sevdiğiniz bir gül olsam/Yazın açsam kışın solsam/ Gelir beni korlar mısın?/ Geceleri ay doğarsa/ Bahçede bülbül varsa/ Hele bir de mevsim baharsa/Gelir beni yoklar mısın?/ Eğilir de koklar mısın?”
Fırat Kızıltuğ’a göre bu güfteye bu beste muazzam olmuş. Hep beraber söyleyebileceğimizi hatırlattı sonra. Güftesi Yusuf Ziya Ortaç’a (1895-1967) bestesi Refik Fersan’a (1833-1965)ait yine kürdilihicazkar bir şarkı ” Gözlerin mavi mine/ Vuruldum perçemine/ Aşkın beni çevirdi/ Aslı’nın Kerem’ine/ Köyün dilberi dilberi/ Çok sevdim seni”.

 

Bir Çiçek Olmak İster misiniz?

İzleyicilere dönüp şöyle bir bakıyorum, çoğu şarkıya iştirak etmeyi değil dinlemeyi tercih ediyor. Benim gibi birkaç aksakal ise şarkıya iştirak etmeyi. Etmeyince zaten unutuyoruz güfteleri, sadece melodisi kalıyor aklımızda. İşte bu anons edilen şarkıyı tuttum. Çünkü benim gençliğimin şarkısı. Gerçi Fırat Kızıltuğ Üstat da bu şarkıyı 50 yaşında öğrendiğini söyledi. Sözleri Refik Ahmet Altınay’a(1881-1937), bestesi Mısırlı İbrahim Efendi’ye(Halep 1872-İstanbul 1933) ait bir şarkı; “Şen gözlerine neşve veren bir çiçek olsam/ Busenle sararsam o güzel sinede solsam/ Her koklayışım ruhumu ateşlere sarsa/ Busenle sararsam o güzel sinede solsam.”

Bu şarkı beni ta önce lise, sonra üniversite yıllarıma götürdü. Çok duygulandım.

“Avuçlarımda hala sıcaklığın var inan/ Unuttum dese dilim yalan, billahi yalan/ Hasretimdir içimde  hep alev alev yanan/ Unuttum dese dilim yalan, billahi yalan” Bu ne müthiş aşk, yansıma ve çağrışımlar. Bugün ise hayal oldu her halde. Çok önemli bir aksayan ve yaşanmayan yanımız aşk, sevgi, muhabbet adeta unuttuk gitti.

Fırat Kızıltuğ bir aşk ve sevgi adamı, kitabını imzalarken okuyucularla sohbet etmeyi de ihmal etmedi. Ne güzel? Hayırlı ve uzun ömrüne bereket olsun.

 

Bir Üsküdar Öyküsü

Akıl Fikir Yayınevi’nde birlikte iken anlattı Üsküdar’a gider İken”in öyküsünü. Bu parça tamamıyla gayda ile çalınan bir İskoç melodisi. Bizimkiler bu müziği ilk defa İstanbul Selimiye Kışlası’nda melodi olarak duyuyorlar. Çok hoşlarına gidiyor. Hemen Türkçe dizeler ekleniyor. Ekleniyor ama arka planı tam bir İngiliz tuzağı!.Bir İstanbul Türküsü olarak bilinen kimine göre şarkı, kimine görü türkü, kimine göre halk deyişi besteli ve güfteli bir parça. Öyküsünü hatırlarsak şunlar öne çıkıyor. Kırım Savaşı(1853-1856) sırasında, Kırım’a  gitmek üzere gelen askerler o günlerde hastane olarak kullanılan Selimiye Kışlasında tedavi görüyorlar. Kırım Savaşı’nda Rusya sıcak denizlere inmesin diyerek Fransız, İngiliz ve Osmanlı Müttefik kuvvetleri tarafından ortak mücadele ile galip geliniyor. İskoç askerleri  biliyorsunuz etek giyerler. Halk da bunlara donsuz asker diyor İstanbul’da. Osmanlıların Padişah Abdülmecid Dönemi. İmkanı olanlar ipek giyiyor. Padişahların da pantolon giydiği bir dönem. Katip Aziz Bey kolalı gömleği, setre pantolonu, elinde bastonu ile Üsküdarlı genç kızların sevdalandığı biri. Bu Üsküdar Türküsü veya şarkısı moda olunca, güftenin içine yerleştirilmiş setre pantolon ve kolalı gömlek siparişleri veriliyor Avusturya ve İngiltere’ye. İthalat patlıyor. Herkes setre pantolon ve kolalı gömlek, ceketin üst cebine de mendil koymaya başlıyor. İstanbul’da, sonra bütün ülkede, daha sonrasında da Balkanlar ve Ortadoğu’da moda oluyor bu eser.

 

Bağdat’ta Arapça Olarak Dinledim

İran-Irak Savaşı devam ederken Saddam yönetimi bir grup Türk gazeteciyi Bağdat’a davet etmişti. Aralarında ben de vardım. Savaşın devam ettiği cephe yakınlarına, esir kamplarına kadar dolaştık. Sanırım bir haftadan fazla kalmıştık. Bir akşam bizi sadece Baas Partisi üyeleri ve Irak üst bürokratlarının girebildiği bir kulübe götürdüler. Arap kıyafetli müzik ustaları bize bölge şarkılarını seslendirdi ve çaldılar. Son olarak da Üsküdar’a Gider İken’i çalmazlar mı? Arapça güftesine bizler de Türkçe sözleriyle iştirak ettik. Kulüp Müdürü yanımıza geldi. Söz konusu parçayı birlikte söylediğimiz için şükranlarını sundu. Merakından da sormadan edemedi “Siz bu şarkımızı nerede öğrendiniz?” diye. Tebessüm ettik. Önce yıllarca beraber olduğumuz, birlikte yaşadığımız ortak kültürümüzden bahsettim, sonra Üsküdar’a Gider İken adlı şarkının veya türkünün İstanbul patentli olduğunu anlattım. İnanmadı. Ben o zaman dedim ki “Bağdat da dünyanın çok önemli bir kültür, sanat ve medeniyet merkezi. Ünlü sanatçımız Şair Ahmet Haşim Bağdat’ta doğdu. Burada eğitimini gördü. Ama bir Türk sanatçısı. Eserlerini Türkçe verdi. Fuzuli de öyle!” dedim. Kafası karıştı, masamıza meyve gönderdi.  Üstad Fırat Kızıtuğ’un bir anı kitabı olarak Öğretmen yazar Menekşe Özkaya tarafından kültür hayatımıza kazandırılan İki Fırat İki Kızıltuğ adlı eser bu sohbetimize, böylesi hatırlatmalara sebep oldu.

 

Bir Marka İstanbul Türküsü

Üsküdar’a Gider İken şarkı veya türküsüde hafızalarımızı yenilersek şöyleydi;

 

 

Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur,

Kâtibimin setresi uzun, eteği çamur!

Kâtip uykudan uyanmış, gözleri mahmur,

Kâtip benim, ben kâtibin, el ne karışır?

Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır!

Üsküdar’a gider iken bir mendil buldum,

Mendilimin içine (de) lokum doldurdum!

Kâtibimi arar iken yanımda buldum.

Kâtip benim, ben kâtibin, el ne karışır?

Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır!