Bilmekle Başlıyor Anlamak

101

Yaşanan bir olaydan bahsetmek istiyorum: Hollanda’da yaşatan Türklerden biri dört yaşına gire kızını yuvaya vermek ister. Yuvaya götürmeden önce baba: “Bak kızım buradaki çocuklar Türkçe konuşmayı bilmez, sakın üzülme.” diye kızını uyarır. Okula geldiklerinde kız: “Bir çocuğa adın ne?” diye sorur. Çocuğun verdiği cevabı anlamayınca, çocuk: “Baba sen haklıymışsın; bunlar konuşmayı bilmiyor.” der ve durumu kabullenir. Akşam çocuk eve geldiğinde: “Baba, sana şaşıracağın bir şey söyleyeceğim, sadece çocuklar değil, öğretmen de konuşmayı bilmiyor.” diye şaşkınlığını ifade eder. Aradan bir hafta geçer. Yuvadaki günlerinin nasıl geçtiğini soran babasına çocuk bu defa: “Baba, herkes yavaş yavaş konuşmayı öğreniyor.” der. Sizce konuşmayı öğrenen kimdir?

Meşhur hikayedir. Bizim Türkler hac için Arabistan’a gittiklerinde: “Bu Arapların dilinden anlamak mümkün değil, bunların sadece ezanları Türkçe.” derlermiş. Arabistan’daki ezanın Türkçe olması ne demek?

Konuşmak, anlamak demektir. Anlaşılmayan konuşma, konuşma değil, bir gürültüdür. Anlamak da işitmek, idrak etmek, buna göre tepki vermek demektir. Tepkiye dönüşmeyen anlama da eksiktir. Tepki ise, anlaşılanın yankısıdır. Bu, idrak ve değerlendirme ile ortaya çıkar.

Hollanda’da yaşayan Türk çocuk gibi miyiz, yoksa ezanın hala Türkçe olduğunu iddia edenlerden miyiz? Öykücükteki çocuğumuz konuşulanları kendisi anlamaya başladığı için, diğerlerinin ve öğretmeninin konuşmayı öğrendiğini düşünüyor. Değişen, çevre değil, kendisi. Anlamak, kendini öğrenmeye açmakla başlar. Ne kadar öğrenirsen o kadar anlarsın. Geçen gün öğrencilerime: “Sözcük hazineniz geniş olsun, ne kadar kelime bilirseniz olayları, düşünceleri o kadar anlar ve meramınızı o kadar güçlü ifade edebilirsiniz. Dil, anlamakta ve anlatmakta bir güçtür, bir motordur. En büyük edebiyatçılar, sözcük hazinesi en geniş olanlardan çıkar.” demiştim.

Bilgiyle değer kazanıyor her şey. Bilgi açıyor, bütün kapıları. Bilgisizlik, insanı kör, sağır, dilsiz, elsiz ediyor. Bilgi sahibi değilseniz, anlayamıyorsunuz insanın dilini, eşyanın ruhunu, düşüncenin yüksekliğini, duygunun derinliğini. Bilgisiz insana, onu kuşatan her şey bir yük oluyor, onun altında eziliyor; ama o bunun farkında dahi olamıyor. Varsa bilginiz, doğa güzelliklerini bir sanat harikası, evreni fizik dehası, canlıyı biyoloji okyanusu olarak algılayabiliyorsunuz. Her şey sizin için bir ayet oluyor okunması, anlaşılması, yorumlanması gereken. Bırakın Samanyolu’ndaki mükemmel sistemi, kozmik alemdeki harika düzeni; bir sineğin kanadı bile kişiyi hayrete düşürmeye yetiyor. Bunun için bazen “Allah’ım, hayretimi artır!” diye dua etmek lazım. Anlayışımız, algılamamız, idrakiniz artsın ki hayretimiz gerçekleşsin. Her hayret basamağı, aynı zamanda idrak yükselişi, teslimiyet olgunluğudur.

Sınavları yaklaştığı halde hala çalışmayan, gününü gün eden öğrencilerime kanser hastalarını örnek veririm. “Hastaların sayılı günlerini doktorları genellikle bilir; ancak hasta her gün ölüme yaklaştığının pek farkında olmaz. Hasta yer, içer, güler. Doktorun, hastasına baktıkça içi yanmaktadır belki. Hastadan fazla o üzülür. Biz öğretmenler de çalışmayan sizlerin sonunu tahmin edebiliyoruz, karşılaşacağınız sonuca şimdiden üzülüyoruz. Siz niye bu kadar duyarsızsınız?” derim. Hastanın duyarsızlığının nedeni bilgisizlik, doktorun üzülmesinin sebebi bilgi sahibi olmasıdır. Duyarsızlık, bilgisizliğin meyvesidir.

Bilgi vitaminiyle beslenenler, insan olmanın mutluluğunu, hazzını daha fazla duyarlar. Bilgi güçtür, gıdadır. Bilgiyle beslenmeyen imanlar bile kağıttan yapılmış birer gemidir. Dirençten, kaptandan yoksun bir gemi, her an sürüklenmeye, karaya oturmaya, batmaya mahkumdur.

Şimdi bilgilenme zamanı. Bilgilenirseniz, ezanın Türkçe olmadığını siz de bilirsiniz.