Bilim Neden burada değil?

256

Bu soru, pazar  günkü yazımın konusuydu. Cevabını vermedim ama burası ile orasının farklarından bir kısmını sıraladım. Özetle, burada üniversite, üniversite gibi değil, arkadaşlarımızın tayin edilip unvan ve maaş alacakları bir devlet dairesi gibi yönetiliyordu. Öyle yönetiliyordu çünkü öyle olduğu düşünülüyordu.

Bir rektörün bir lise müdüründen ne farkı var ki? O da öğretiyor öteki de. İtiraz edelim, “İyi de bir üniversiteden yenilik, keşif, araştırma beklemiyor muyuz?”. “Hadi canım sen de…” diyenler çıkacaktır. Ne yeniliği! Ne keşfi!  İndekslenen dergilerde yayın istemiyor muyuz? Yapsın yayınını, alsın unvanını. Bilimi ölçecek başka bir kriter yoksa… Daha önemlisi, kriter değil de kurum olmayınca. Kurumları kurum yapacak gelenek olmayınca! Ne olur? Üçüncü sınıf ticari “bilim dergileri” doğar. Bunlar bir şekilde hakemli olmayı ve indekse girmeyi başarır ve yazarlardan, üniversitelerden aldıkları yayın paralarıyla gül gibi geçinip giderler. Bu dergiler, Türkiye’de var; galiba Hindistan’da da varmış.  En çok yayın yapanlar da Türk “bilim adamları” imiş. Neyse ki son zamanlarda YÖK’ün getirdiği bazı kurallarla bu hileler önlendi. Artık dergilerin “etki faktörü”ne de bakılıyor. 

Keşif yoksa bilim de yoktur!

Yıllar önce, bir okulun doktora yönetmeliğini hazırlarken bütün doktora yönetmeliklerinde standart olan, “yeni bir bilgi bulmak, bilime bir katkı sağlamak” gibisinden ibareye bir arkadaşımızın, “Arkadaşlar, objektif olalım. Hangimiz yeni bir bilgi bulmuşuz ki!” diye itirazını ve benim de “Kendi adına konuş!” çıkışımı hatırlıyorum. Yıllar geçti. Ben pek haklı değildim galiba… Bizim üniversitelerimizde bilim, belli unvanları almak için içinden atlanacak sirk halkalarıdır. Belki bir elin parmakları kadar sayıda üniversitemiz hariç. Onlar da bugüne kadar yeri yerinden oynatan keşiflere imza atmadı. 

Evet, “keşiflere”. Çünkü bilim keşiftir ve keşif yoksa bilim yoktur. 

Hâl böyle iken, bilim adamının 67 yaşında emekliliği gibi, fizikçinin biyoloji, kimyacının fizik veya bilim felsefesi yapamaması gibi abuk yasaklar görüyoruz. Hatırlayın, Boğaziçi’nde en çok hücum edilen konu, emekli hocaların çalıştırılmaya devam ettirilmesiydi. 

Ne yazık ki mevcut şartlarda bu kurallar ve yasaklar da bütün bütün gereksiz değilmiş. Yeni bir bölüm, bir fakülte açmak için belli sayıda unvanlı öğretim üyesi gerekir. Bazı üniversiteler (?) de kolayını bulmuş, edebiyat profesörünü ziraat fakültesinde; tıp profesörünü meteoroloji bölümünde gösterivermişler. Eh ne yapsın YÖK? Bunlara dur demiş. Sonuçta ne bu yasaklarla ne de o abuk tayinlerle bilim olur. 

Koloni bilimi

Vıdı vıdı vıdı diye tenkit edip, “Peki ne yapmalı?” sorusuna cevap vermemek olmaz. Tabii en önce hepimizin üniversitenin, araştırmanın, bilimin ne olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Bilimin yeni bilgi üretmek, yeni bilgi keşfetmek olduğunu, üniversitenin de bu üretimin yapıldığı yer olduğunu içimize sindirmemiz. Peki, niye içimize sindiremiyoruz? Çünkü biz, çünkü Türkiye, George Basalla’nın koloni bilimi dediği aşamadayız. Bunu geçen yıl yazmışım.  Basalla’nın çalışmasına buradan ulaşabilirsiniz.

Önce, “Bilim niçin burada yapılamıyor?” diye sorduk. Sebep diye bazı tuhaf uygulamaları, yasakları gösterdik. Sonra da bir not koyduk: Yasaklar ve uygulamalar bütün bütün haksız değil. Bilimin, üniversitenin etrafından dolaşacak açıkgözlülere karşı önlem. Fakat yan ürün olarak bu yasaklar bilimi ve üniversiteyi de yok ediyor. Hastayı öldüren ilaç gibi. Yine gördük ki yasaklar ve tenkit ettiğimiz uygulamalar kalksa da biz bilime ulaşamıyoruz. Hatta belki o zaman daha beter olacak. Hastalık var ve öldürücü. Fakat ilaç da hastayı öldürüyor, hiç olmazsa yataktan kaldırmıyor. 

O hâlde tekrar niçin diye sormalıyız? Onun cevabı Basalla’nın teorisinde. Çünkü Türkiye henüz millî bilim aşamasına ulaşamamış. Koloni bilimi aşamasında. 

Bizim bilime ihtiyacımız yok

Şimdi üçüncü soru: Peki Türkiye niçin koloni bilimi aşamasında da millî bilim aşamasında değil? Cevap: Çünkü bizim yeni keşfe, yeni bilgiye pek bir talebimiz yok. Siz bir şirketin, bir üniversiteye gidip “Bizim şu problemin çözümüne ihtiyacımız var; şu konunun aydınlatılması gerekiyor, alın size şu kadar milyon, bizim için çözün!” diye bir talepte bulunduğunu hiç gördünüz, duydunuz mu? Şirketi bırakın, devlet kurumlarından böyle bir talep geldiğini duydunuz mu? Ben bilmiyorum. Varsa pek enderdir. Bilim insanlarının proje hazırlayıp fon talep etmeleri ve almaları var. Fakat bunlar talep çekişli değil, arz itişli projeler.  

Sonuç şu: Bizim, üniversitelerden, araştırma kurumlarından çözülmesini talep ettiğimiz problemlerimiz yok. Onlar da bilimin geliştiği ülkelerden problem ithal edip onları çözmeye, sonuçta da yayın yapmaya çalışıyor. Girdi: İthal problem. Çıktı: İhraç edilen yayın. Bunlar iyileri. Kötüleri, indekse girip para almak için işletilen dergilerde yayımlanır.