Düşündürücü bir makalenin önemli gördüğüm bölümlerini özetlersek;
Arapça bir sözcük olan biat, yöneten ile yönetilenler arasında yazılı olmaksızın var olduğu kabul edilen itaat anlaşması anlamına geliyor.
Aşiret veya kabile şeklindeki örgütlenmelerde yaygın olan biat, çoğu kez rızaya dayansa da bazen zorla da söz konusu olabiliyor. Teba, tabiyet, tabi gibi sözcükler de aynı kökten gelir. Birisine biat eden ona tabi hale gelir ve onun tebası (biat edenleri) arasına girer. Günümüzde aşiret veya kabile örgütlenmesinin yerini devlet örgütlenmesi aldığı için tabiyet, kişinin, hangi devletin uyruğu olduğunu göstermekte kullanılan bir ifade haline dönüşmüş bulunuyor.
*
İslam, birçok başka ilkenin yanı sıra biat ilkesine dayalıdır. Başlangıçta daha çok dinsel bir tema taşıyan biat, sonraları siyasal bir nitelik de kazandı ve İslam devletinde yönetenle yönetilen arasında, yazılı olmayan ama zımnen (üstü kapalı) yapıldığı kabul edilen, bir bağlılık sözleşmesi anlamı taşımaya başladı.
Günümüze kadar uzanan biat kültürü önce Orta Çağ bitinceye kadar Hıristiyanlığın, sonra ve hatta şimdi Siyasi İslam’ın yarattığı ve empoze ettiği, insanın insanı sömürmesi için bir düzenek, bir tuzaktır.
*
Tarihte ve bugün; dini, siyasi bir tuzak olarak kullananlar, insanların manevi duygularını istismar ederek siyasette halk yardakçılığı yaparak sonuca gidiyorlar. Diktatörler otokrasiyi sürdürmek zorundadır, çünkü bunlar, krallar ve emirler ve diktatörler siyasi ve maddi birikimlerini ancak bu yolla koruyabiliyorlar.
*
Dini inanç şu veya bu şekilde insanlığın var oluşundan beri vardır. Tek tanrılı dinlerden önce de insanlar her zaman bir inanca, bir simgeye bağlı olmak ihtiyacını duymuştur.
Elbette yalnızca inanç değil, insanlık tarihi yakın geçmişte, toplumda insani değerleri ve eşitlik duygularını, millî değerleri istismar ederek de demokrasiyi ortadan kaldıran ve biat kültürü yaratan, Komünizm ve Nazizm gibi sosyo-ekonomik sistemleri yaşamıştır.
*
Güce tapma veya aldanma suretiyle diktatörleri genellikle halk yaratmıştır. Söz gelimi Türkiye’de, tarikat şeyhleri için söylenen bir deyim vardır: “Şeyh uçmaz, onu müritleri uçurur.”
İnsanlık tarihinin en zalim diktatörlerinden biri olan Hitler de, millî değerleri olduğundan fazla öne çıkararak, halk yardakçılığı yapmış ve Alman halkının idrakini kilitlemiştir.
Hitler’i oy vererek Alman halkı yarattı. Demek ki diktatörler seçimle de gelebiliyor. Hitler’in İtalya’da en büyük ortağı ve destekçisi, Ulusal Faşist Parti’yi kuran, Benito Amilcare Andrea Mussolini de seçimle gelmiştir.
Sosyalist rejimler de insanlığın bedel ödediği ve fakat kaybettiği rejimlerdir. Sovyetler birliği, insanlığın 70 yılını götürmüştür.
*
Demokrasi talebi halktan gelmelidir. Bunun için de önce halkın demokrasi kültürü olmalı ve sonra demokrasi talebi olmalıdır. İngiltere, Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde ve ABD’ de demokrasi için halk geçmişte bedel ödemiştir. Bunun için de aynı halk demokrasiye sahip çıkmak için tüm kanalları açık tutmaktadır.
Türkiye de İstiklal Savaşı ile monarşi düzenini sonlandırma faaliyetlerini paralel yürümüştür. TBMM ve Atatürk döneminde demokrasi sınırlı idi. Ancak bu dönem geri dönüşü engellemek ve aynı zamanda demokrasinin altyapısını hazırlamak için bir başlangıç dönemi olmuştur.
Türk toplumu, İstiklal Savaşı nedeniyle katlandığı maliyetleri yalnızca savaş maliyeti olarak görüyor.
Atatürk devrimlerini kucağında bulduğu için bugün demokrasi talebi yetersiz kalıyor.
Bir toplum biat kültürüne başkaldıramadığı sürece ya da uyum sağladığı sürece ara sıra geçici refah artışları yaşayabilir ama gelişmiş bir toplum konumuna gelemez.
.
Yıllardır bağımsız cumhuriyetimize yapılan ihanetleri, dökülen kanları, verilen şehitleri milletçe yaşıyoruz. Emperyal güçlerin desteğiyle anarşist odakların silahlı saldırılarıyla maddi olarak ülkeyi zaafa uğratmalarıdır, akabinde üniter yapıyı federasyona dönüştürme çabalarıdır.
*
Güçlü bir devlet olarak ihtiyaç duyduğumuz ülkenin kuruluş felsefesini esas alan bağımsız ve güçlü hukuk sisteminin öncülüğünde güçlü demokratik parlamenter sistemi oluşturarak ülkenin yönetilmesini sağlamaktır.
Millet olarak bu netameli ve yaşlı coğrafyada güçlü kalmanın, ebedi kalmanın reçetesi, bir bilgenin ifadesiyle ‘’Birleyerek Oluşalım’’ ifadesinde billurlaşır, gerçek yerini alır.
Bu reçete, ’’Türk Ulusal Kimliğinin’’ reçetesidir.