Beynimdeki Girdap, Vicdanımdaki Kâbus; Memleket Meselesi

92

“Milli” kelimesinin, resmi kumar “piyango”nun nitelenmesinde kullanılmasından hep rahatsız olmuşumdur.  Buna rağmen, konunun anlaşılması için kullanmak zorundayım:

Bursa İnegöl’de yaşayan bir mobilya işçisi çocuğunun ısrarı üzerine bir “Milli Piyango” bileti alır. Aldığı andan itibaren huzursuzdur. Biletine 20.000 TL çıkar. Parayı almaz, “Bu, hak etmediğim paradır, haramdır.” der ve bileti yakar. Çalıştığı iş yerindeki patronu da onu bir maaş ile ödüllendirir. Haber, medyada biletin yakılış görüntüsüyle yer alır.

Aynı bülten içinde ikinci bir haber dikkatimi çekti: Babası savcı, annesi hâkim olan bir delikanlı, kız arkadaşıyla özel arabasının içinde tartışır. Bu öfkeyle, bindiği lüks arabayı kalabalığın üzerine sürer ve altı kişinin yaralanmasına yol açar. Olay, İstanbul Bakırköy’de yaşanır, mahkemeye intikal eder. Kamu davası açılır. Anne, oğlunu savunmak için hâkimlikten istifa eder, avukatlığa döner. Bir yıllık yargılamadan sonra mahkeme delikanlının tahliyesine karar verir. Delikanlının annesi, avukat sıfatıyla: “Çok sevinçliyiz; oğlumun, geçen süredeki tutukluluğu cezası için yeterli görüldü ve mahkeme tahliyesine karar verdi.” cümleleriyle yüce adaletin(!) tecellisini gazetecilerin mikrofonlarından dünyaya ilan eder.

Bu iki olaydaki kişilerin davranışlarını, tepkilerini, sosyal konumlarını, eğitim süreçlerini ve düzeylerini, yetiştikleri çevrelerini düşündüğümde beynim allak bullak oluyor. Hani, kelin biri berbere gider. Üç tel saçını kısalttırır. Berber, “Ne tarafa tarayayım?” diye sorar. “Fark etmez.” cevabını alan berber, önce sağa tarar, saçın bir teli kırılır, sonra sola tarar, diğeri kırılır. Bunun üzerine kel öfkelenir: “Bırak kardeşim dağınık kalsın.” der.

“Bırak dağınık kalsın, inceldiği yerden kopsun.” diyemeyiz. Devletin, kendi halkına kumar oynatması, mahkeme kararlarının adalet algısını kirletmesi ve vicdanları rahatsız etmesi, bir işçinin, piyangodan çıkan yirmi bin lirayı günah korkusuyla almaması aynı ülkede ve aynı zamanda yaşanıyor. Burası, Türkiye.

Milli Piyango, devletin ahmaklardan topladığı vergidir. Piyangodan gelecek paraya bu toplumun ihtiyacı yoktur. Piyangonun manevi götürüsü, maddi getirisinden çok çok fazladır. Devlet, kumar işinden derhal çekilmelidir. Bu ismi taşıyan bir spor tesisinde veya eğitim kurumunda kumarın kötülüğünü, aileleri ve toplumu yıktığını nasıl anlatacaksınız, anlatsanız bu ne kadar inandırıcı olur? Bir taraftan, ideal insan yetiştirmek, huzurlu toplum inşa etmek için içkinin, sigaranın, kumarın zararlarından bahsedeceksin, bir yandan da aslı kumar olan Milli Piyango’yu cezbedici törenler, reklamlar yapacaksın. Deveye, “Neden boynun eğri?” demişler. Deve, “Nerem doğru ki?” demiş.

“Bu kadar cehalet, eğitimle mümkündür.” sözünü duyar ve bu sözü hep incitici bulurdum. Şimdi “adaletin katledilmesi, vicdanların kirletilmesi ancak hukukla mümkündür.” diyorum. Avukat anne, istifa etmeden önceki gibi, hâkim olsaydı, karşısına her istediğini kolayca elde eden, öfke kontrolünden yoksun olduğu için lüks arabasını her birinin ölmesi muhtemel altı kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan insanların üzerine süren bir delikanlı gelseydi aynı kararı verir miydi, başka bir hâkimin vereceği böyle bir karara sevinebilir miydi? Vicdanları kanatan bu karar; ancak, birtakım kabullenilemez ilişkilerin, fıtratı bozan bir eğitim sisteminin, yoğun duygusal baskının, tefessüh etmiş bir ahlakın ürünü olabilir.

Halkımızın “Tahsilli adamdan zarar gelmez.” söylem ve inancı, maalesef, temenni düzeyine inmiş durumda. İlkokul üstünde tahsili olmayan mobilya işçisindeki hak edilmemiş kazançtan kaçınma hassasiyeti, günaha girme korkusu niçin kılavuz olması gereken insanlarda bulunmaz? Her insanın fıtratına işlenmiş, vicdanına kazınmış olan bu insani kıymetleri zamanla alıp yok eden nedir? Hücrelerimize kadar kirlendiğimiz, bozulduğumuz gerçeğini niçin görmüyoruz? Kâinatın yaratılma sebebi olan insan, gerçekten bu mudur? İnsan olarak doğduysak niçin insan olarak kalamıyoruz?

Rabb’im, insanı ve evreni belli bir ölçü ve güzellik üzerine yaratmış. İnsana, ayrıca bu ölçü ve güzelliğe müdahale iradesi ve yeteneği vermiş. Bir ayrıcalık ve imtihan sebebi olan bu gücü insan, nedense çok kere iyiden, güzelden yana kullanmamakta. İnsanın kendisiyle, yaratanıyla, türdaşlarıyla, doğayla olan ilişkilerinde olması gereken samimiyet gitmiş, yerine menfaat üzerine ticarileşen ilişki düzeni gelmiş.  Kazandırarak ve hizmet ederek büyüme anlayışının yerine çok kazanma ihtirası ve kaybetme korkusu yerleşince ticaret kirlenmiş,  insanoğlu yaşamı, kendisi için kâbusa dönüştürmüş.

Böyle gelmiş böyle gider, biz atalarımızdan böyle gördük, diyemeyiz. Şikâyetçi olduğumuz düzeni nasıl bir bozan varsa, düzelten biri de olmalıdır. Her iki durum da insan eseridir. Yanlış anlaşılma ihtimaline rağmen söylemek durumundayım: Eğitim sistemimiz, bozuktur, bozulmuştur. Sistemin ürünü insanların varlığı, bunun delilidir. Kişinin, kendisini yetiştiren coğrafyaya ihanet etmesi, bir geçinme aracı olan ticareti bozması, temel amacı hizmet etmek olan siyaseti ranta çevirmesi, sosyal düzeni sağlamak iddiasındaki adaleti kendi çıkarlarına yönelik kullanması, eğitim mecrasını ideolojik yapılanma alanı yapması birer bozukluk örneğidir. Zorunlu eğitim, okuma-yazma oranını artırsa da ideal insan yetiştirme adına bekleneni verememiştir, bir daha gözden geçirilmelidir. Bu şartlarda, insanın doğal hali, eğitimli halinden daha zararsızdır, dense yeridir.

Burası Türkiye; bozanların kahramanlaştırıldığı, güzellik yapanların unutulduğu ülke, diyebilirsiniz. Amacınız dünyada bilinmekse işiniz kolay, malzeme bol. Derim ki: “Yap bir iyilik, at denize; balık bilmezse Halik bilir.”