Gelişen teknolojiler ve gelişen salgınlar hakkında yazmak tehlikelidir. Epey bir yapay zekâ (YZ) yazısı yazmıştım. Salgın yazılarım da var ve sık sık, ne zaman sona ereceğini tahmin etmişim. Tutturmuş muyum? Vallahi hiç fena değil. Derin ilim gerektiren bir iş değildi bu. Bizden önce virüse maruz kalan ülkelerde salgının seyir eğrilerini alıp bizdekiyle karşılaştırmışım. İnsan, aynı insan ve virüs aynı virüs. Üç aşağı beş yukarı tutmuş.
Yapay zekâda böyle bir imkânımız yok. Bütün dünya YZ ile ilk defa karşılaşıyor. “Ne güzel, ne güzel!” diye sevinenler de var “Bu bir felaket!” tepkisini verenler de. ABD’deki üniversitelerde deneme (essay, kompozisyon…) ödevlerini ChatGPT’ye yaptıran öğrenciler karşısında, çıldıran hocaların videoları var. Burada bulabilirsiniz.
Bakın ülkeler farklı. Bizde ChatGPT’ye deneme yazdırdı diye çıldıran hoca bulamazsınız. Çünkü bizde hemen hiç yazı ödevi verilmez. Onun yerine vize ve final sınavları yapılır ve onlarda yazı yoktur; sadece kutu doldurulur. Bizim çocuklar ilkokulda- eğer anaokulunda değilse- başlayıp son diplomaya kadar kutu doldurur.
Üniversitede yazı yazmak
Hatırlıyorum. Gazi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümünde hocayken, ABD’de Montana Üniversitesi ile “Kardeş Bölüm” gibi bir anlaşma yapmıştık. Bizim öğrencilerimiz Montana’ya, Montana’dakiler bize, birer yarıyıl misafir olacaktı. Tabii bunu gerçekleştirebilmek için programların müfredatının tutması gerekiyordu. Gayet güzel de tutuyordu müfredatlar. Eh kimya mühendisliği ABD’de de Türkiye’de de kimya mühendisliğidir.
Bir ders hariç. Onların ikinci veya üçüncü sınıf dersiydi: University Writing. Üniversite düzeyinde yazı dersi. Bu bizim YÖK derslerinden Türkçe dersi değil. Fiil kaç türlü çekilir, zarf, edat, vs. gibi çoktan seçmeye uygun konular değil. Güzel, açık, anlaşılır İngilizce yazmak! Alanı ne olursa olsun ister ABD ister İngiltere’de düzgün İngilizce yazamayan bir mezun düşünülemez.
Ankara’da, eski seçkin bürokrat ve siyasilerin oluşturduğu bir gruba konuşma yapıyordum. Konu çok yeniydi ve konuyla ilgili kitapları sayarak konuşmama girdim. Toplantıdaki eski bir bakan, kitapların tarihleri üzerine bir değerlendirme yaptı. Özetle, “Bir kitabı elime aldığımda önce tarihine bakıyorum. Belli bir tarihten eskiyse okumuyorum.” dedi. Bu benim de uyduğum bir kriterdir. Edebi eserlerde değil tabii. Fakat insan bilimleri dâhil, bilime ve teknolojiye dair kitaplarda 21. asrın öncesine pek gitmem. Bu alışkanlığı geçen asrın sonunda, yöneticilik yaparken edinmiştim. 90’larda 1980’li, 80’lerde 1970’li kitaplar şüpheliydi ve onlara, ancak çok sağlam delil ve tavsiye varsa göz atıyordum.
Zaman hızlandı
Yapay zekâya döneyim. Tabii ki 1900’lardan kalma yapay zekâ okuyacak değilim. Konunun tarihi ile ilgiliyse o başka. Fakat yapay zekâdaki gelişme, hiçbir bilim ve teknoloji alanına benzemeyecek derecede farklı ve hızlı. Maksadımı ifade için şöyle söyleyeyim: Bir YZ kitabı 2025 tarihli değilse benim için şüphelidir. Hele 2020’lerden geriyi işaret ediyorsa yukarıda dediğim gibi ona zaman ayırmam için gerçekten sağlam delil ve tavsiyelerin bulunması gerekir. Periyot, 10 yıllardan 5 hatta 1 yıla düşmüş gibi.
Çünkü yapay zekâ için beş yıl önce söylediğiniz bugün anlamsız olabiliyor.
İnsan alet kullanan hayvandır, bir tarife göre. Aletler ne yapar? Bizim kas gücümüzü 2-5-10 katına çıkarır. Hele işin içine bir de motor ve elektrik girerse o güç “beygir gücü”nün bayağı katlarına yükselir. Yapay zekâ da bir alet. Fakat daha önceki aletlerden farklı. Eskiler kas gücümüzü yükseltiyordu. Yapay zekâ, adı üstünde, zekâ gücümüzü, isterseniz “beyin gücümüzü” deyin, yükseltiyor.
Niçin “Barış”, niçin “Press”
Gutenberg’in matbaa makinesinin çizimini hiç gördünüz mü? Hani bizde “baskı”, Batı’da “press” denilen alet gerçekten bir baskı ve sıkıştırma aleti. Tasarımda üzüm sıkma preslerinden ilham alınmış. Onun için hâlâ “basın” diyoruz, “press” diyoruz. Ama her sayfa tertiplendikten sonra biri baskının tepesine çıkıp kolu çeviriyor ve vida sona gelince kâğıdı mürekkepli dizgiye bastırıyor. Hani bizim ebruda yaptığımız, kâğıtları tek tek alıp tekneye yayma işi gibi.
Sonra o “press” motora bağlanmış. Kâğıdın alınıp yerleşmesi ve basıldıktan sonra vakumlu düzeneklerle emilip yana çekilirken yenisinin aynı yolla gelmesi… Hoş geldiniz endüstri devrimine.
Ayvalık’a yolunuz düşerse bir taraflarından koca bir bacanın yükseldiği eski zeytinyağı sıkım-press fabrikalarını ziyaret edin. Benim “motor” dediğim, o fabrikalarda birer buhar makinesi. Makineden çıkan şaft birden fazla press’e güç veriyor. Eh şimdi de yapay zekâ birden fazla göreve zihin gücü veriyor.
Başlayınca bitmiyor. YZ işsizliği geliyor mu? Beyinlerimiz tembelleşecek mi? Hangi YZ hangi iş için daha iyi? Bence hepsi ilgi çekici sorular. Ya sizce? Yanlış anlaşılmasın. Hiçbirinin cevabını bilmiyorum. Galiba bilen de yok.


