Beyin Erozyonu

100

“Öğretmenin emeklisi olmaz, rahmetlisi olur.” denir. Keza hekimler için de aynısını söyleyebiliriz.

Uzun yıllar severek yapmışsanız öğretmenliği, kendinizi toplumun namus bekçisi olmaktan kurtaramazsınız. Çevrenizdeki, toplumdaki her güzelliği sahiplenip takdir ettiğiniz gibi her yanlışlığa müdahale mecburiyeti duyar bütün kötülüklerden kendinizi sorumlu zannedersiniz. Bana ne, diyemezsiniz. Kurallara uymadığı için kazaya sebep olan sürücüden yanlış politikalar sebebiyle halkı birbirine düşman eden, memleket hizmetinde kusur yapan politikacıya veya yöneticiye kadar siz sorumlusunuzdur. Hakarete maruz kalma ihtimaline rağmen yola tüküren veya sigara atan kişiyi, vatandaşa kötü davranan güvenlik görevlisini uyarmaktan, belki de vicdanınızın dürtüsüyle, ona ders vermekten kendinizi alıkoyamazsınız.

Şu haber beni çok rahatsız etti, üzdü: İstanbul Erkek Lisesinin 135 yıllık tarihinde bir ilk yaşanmış. Yurt dışına üniversite eğitimine gidenlerin oranı, Türkiye’de kalanları geçmiş. Tarihi lisenin, 2019 mezunlarının %52.6’sı Avrupa’ya gitmiş. Alman Lisesinde oran yüzde 94.7’ye çıkmış.

Mete Hanı’ın, “Benden eyerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin vereyim, fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin vermem, veremem.” sözünü hatırladım.

Son yüzyıla kadar, milletler için en önemli büyüklük ölçüsü, topraktı. Artık, milletleri millet yapan, bilim, sanat gibi yeni ölçütler oluşmaya başladı. Toprak genişliği değil bir milleti büyük ve önemli yapan; yetişen beyinler, ortaya konan eseler, icat ya da keşifler milletlerin saygınlığında daha belirleyici olmaktadır.

Ter ve kan dökerek aldığı topraklarından “bir karış” vermeyen Mete Han, bu çağda yaşasaydı “beyin göçü” için ne derdi acaba? Kıymetli bir beynin yetişmesinde üç nesillik bir zaman, yirmi yıllık bir süreç, yüz binde bir ihtimal, yüzlerce kişinin verdiği emek, yoksul insanların tasarrufu, vatanseverlerin ümidi, yarınların mirasçısı ve sahibi çocukların kaliteli hayat, onurlu yaşam beklentisi var. Bu kadar ağır yüke rağmen, genç ve kıymetli beyinler, öğrenim için niçin yurt dışına gitmeyi tercih ederler?

Bizde eksik olan nedir, yurt dışında öğrenimi hangi nitelikteki öğrenciler tercih ediyor, gidenlerin ne kadarı geri dönüyor, sorularını sormalıyız.

Robert Lisesi, Alman Lisesi, Avusturya Lisesi gibi, farklı müfredatla eğitim-öğretim yapan liselerden mezun olan öğrencilerin hemen tamamına yakınının, yükseköğrenim için öncelikle yurt dışındaki üniversiteleri tercih ettiklerini istatistiklerden ve gözlemlerimizden biliyoruz. Maddi durumu iyi, seküler kültürle yetişen aileler, genellikle çocuklarını bu okullarda okutmaktalar. Sözü edilen liseler, ülkemizdeki zeki çocukları devşirip yurt dışına aktarmak amacıyla kurulduğu için, hakkıyla bu görevini eğitim yoluyla yerine getirmektedir. Ailelerin beklentisi de bu doğrultuda olduğundan alan da veren de memnundur. Her şeyiyle bu toprağa bağlılığından ödün vermeyen vatansever gençler, konforlu yükseköğrenimi tercih etmemenin bedelini severek ödemeye devam etmektedirler.

Dil öğrenmek, dünyadaki farklılıkları, icatları, yenilikleri görmek amacıyla yurt dışına çıkanları hem anlarım hem desteklerim. İlerlemek, yükselmek, lider olmak ve lider kalmak bunu gerektirir. Bilgi, güçtür. Ancak, yurt dışına öğrenim için gidip, içinden çıktığı coğrafyanın insanına hizmet idealinden yoksun bir ruhla,  orada kalanları hiç anlayamam, kabullenemem. Bunu, ülkemize haksızlık, Milli Eğitim’in gafleti, bu milletin zenginliğiyle ihya olmuş insanların hem vefasızlığı hem ihaneti olarak görürüm.

Bu, bir beyin erozyonudur. Toprak erozyonu için mücadele eden, kaynak aktaran devlet, beyin erozyonu için ne yapmaktadır? Yüksek puanla öğrenci alan ve yabancı müfredatla eğitim-öğretim yapan lise öğrencilerinin ne kadarının yükseköğrenim için Türkiye’deki üniversiteleri tercih ettikleri araştırılmış mıdır? Bu, bir özenti midir, küçüklük kompleksi midir, yanlış algı mıdır yoksa daha iyiyi arama çabası mıdır?

Eksiklik, liselerdeki eğitimde midir, üniversitelerimizin kadrolarında veya donanımında mıdır? Beyin erozyonunun sorumlusu; ailelerdeki egemen seküler dünya görüşü müdür, vahşi kapitalist ahlak mıdır, milyonlarca vatan evladını teslim ettiğimiz Milli Eğitim’in yönetimi ve öğretmenleri midir, yükseköğrenimdeki beklentileri tam karşılayamadığını düşündüğümüz Yükseköğretim Kurulu mudur yoksa hayatımızın her alanında kendini hissettiren siyaset baronları mıdır?

Sorun belli: Beyin erozyonu. Sorunun sahibini arayarak vakti israf edemeyiz. Bu, gevezelik olur. Çözüme yoğunlaşmalıyız.

Üniversiteler, zeki öğrencilerimizi cezbetmeli. Özel ve devlet ayrımı yapmaksızın, bütün dünyada tanınan, kabullenilen marka üniversiteler oluşturmalıyız, var olanları yaşatmalı ve güçlendirmeliyiz. Eğitim kurumlarını ayakta tutan, eğitim-öğretim kadrolarıdır. Ufku geniş, vicdanı hür, yüreği ve iradesi güçlü, aidiyeti, insan ve vatan sevgisi sağlam, maddi sorunlarını aşmış, tahakkümlere karşı dirençli, irfanı yüksek, kendi branşında donanımlı akademisyenleri istihdam etmeli, yetiştirmeliyiz.

Moda düşüncelerle, popüler kültürle bu iş olmaz. Kurumlarda, kalıcılık ve sürerlilik esastır. Âlimin, amirden daha itibarlı ve kıymetli olduğunu herkes bilmeli ve kabullenmelidir. Yoksa havanda su döveriz, beyin erozyonu sebebiyle tarihin karanlık sayfalarına gömülürüz.