Belediye Başkanlığı yaptığımız,2006 yıllarıydı.23 Nisan törenleri dolayısıyla İzmit’e ağırladığımız çocukların ve velilerin ülkeleri Belarus’a davet ve teşekkür mektuplarını, daha sonrada telefonlarını almıştık.
Bizde bu davete icabet etmek üzere,Yuvacık Belediye Başkanımız Hikmet Karaaslan ve bir grup meclis üyemizle birlikte Belarus’a (Beyaz Rusya’ya) gittik.
Başkent Minsk şehrindeki eğitim-öğretim kurumlarını, kültür merkezlerini ve belediyeleri ziyaret ettik. Kaldığımız süre içinde de, eğitim adına, Belediyecilik adına ve iki ülke ilişkileri adına güzel çalışmalarımız oldu.
Bizleri gezdiren, günlük programları organize eden görevli arkadaşlar son günümüzde, bizlere “Bugünkü programımız müze köy” dediler.Tabi,baştan bir şey anlamadık.
Müze köy!
Nasıl ve neyse?
Hani doğrusu merak etmedik de değil!
Neyse aracımızla başkent Minsk’ten yola çıktık. Söyledikleri köy başkente bir saatlik mesafede…
Nihayet Müze köye vardığımızda,gerçekten yapılan çalışmalara hayran kaldık.Sanki üç-dört yüz yıl öncesini yaşıyorduk.Evler tarih, bahçeler öyle,hiç motorlu taşıt yok. Öküz arabaları, büyük fıçılar, kazlar, ördekler ve insanların kıyafetleri ve de kullanılan eşyalar.
Her şey tarih ve geçmiş kokuyordu…
Bizleri büyük kapalı bir binaya götürdüler.
Daha kapıdan ilk girişte,keten bölmeleri, mengenez’ler, tokmak’lar, öreke’ler, tarak’lar, iğlik’ler, kandıra bezleri ve dikilip geçmişte giyilen eşyalar duvarlarda asılı duruyordu.
Anladım ki bu kapalı alanın ilk giriş kısmında bir keten müzesindeyiz. Keten’in ekilişinden, yolunuşuna, kurutulması, ıslanması, işlenmesi ve tüm eşyalar mengenez’ler, çıkrık’lar, tokmak’lar tıpa tıp işçiliği ile beraber bizim köyümüzde kullandığımız eşyaların aynısı.
Kandıra bezi bütün güzelliği ile karşımızda duruyor ve yöresel motiflerle süslenmiş o güzelim giysiler müzede sergileniyordu.
Ketenin içinde büyüdüğüm için,müzenin bu kısmına ben takılıp kalmışım. Rehber ve diğer arkadaşlara baktım benden epey uzaklaşmışlardı.
Hemen rehberi çağırdım.
Rehbere “Bu keten müzesini anlatırmısınız” dedim.
Rehberimiz başladı anlatmaya;
“1700 ‘lü yıllarda,Devlet büyüklerimiz Türkiye’den İstanbul’a yakın bir kasabanın köylerinden örnek çiftçileri davet etmiş. Ketenin çok ekildiği ve denize kıyısı da olan bir kasabaymış burası. Onlar bize öğretmişler ekmeyi, biçmeyi ve işlemeyi. Gerçekten ülkemizde keten tarımı çok canlı bir şekilde yapılmaya devam ediyor. Hatta ketenle ilgili bir fabrikamız bile var.Ülke dışına keten bezi ihraç ediyoruz. Dolayısıyla o yıllar da Osmanlı Çiftçilerinin gelip, bizlere örnek olmasını da unutmuyoruz ve onlara teşekkür borcumuz var.” dedi.
Gerçekten duygulanmıştım!
Kandıra’nın köylerinden kalk, beyaz Rusya’ya da keteni anlat. Keteni ekmeyi, biçmeyi ve bez haline gelişini Ruslara öğret. Ecdadımızla gurur duydum.
Bu kahramanlar az değil.
Kandıra Bestiller köyünden, Bekirdere Bakkal Şevketlerin babalarının yaptığı ve kullandığı dikiş makinesini de,bizzat gözlerimle görmüştüm. Belki de hala duruyordur.
İnanın,Belarus müzesindeki mengenez’ler, çıkrık’lar, iğ’ler, arşak’lar ve dokuma tezgahları(düzenler) bizim köydekilerle tıpa tıp aynı.
Kısaca; Beyaz Ruslara keteni öğretmişiz, onlar fabrikaya geçmişler, ihracatını yapıyorlar.
Bizde, keten ekimini unuttuk, mengenez’ler, çıkrık’lar, tokmak ve düzenlerimiz ya evin altında çürüdü, ya da onları odun olarak yaktık.
Şimdilerde ise;
Keten bezlerimiz ve giysiler,gocaanalarımızın ve analarımızın sandığının dibinde, ketenin tohumları da şimdilik aktarlarda.
Ama, şimdilik…