Benlik Dürbünü (2)

98

Eğer o benlik, yaratılış gayesini unutur. Yaratılıştan gelen görevini terk eder.

Kendine isminin mâniasıyla, kendine kendi namına. Kendine, kendi hesabına bakacak olursa.

Bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mâniasıyla baksa, kendini malik, kendini sâhip sansa. Öyle inansa. O zaman ilâhî görevlere hıyanet etmiş, hainlik etmiş olur.

“Nefsini günaha daldıran, hüsrana düşmüştür (ziyan etmiştir).” (Şems: 10) mealindeki ayetin kastettiği manaya uygun hareket etmiş olur.

İşte bütün Allah’a ortak koşmaları, tüm kötülükleri, olanca sapkınlıkları, inançsızlıkları doğuran; benliğin bu yönü, bu tarafıdır.

İşte benliğin bu yönündendir ki; gökler, yer ve dağlar dehşete düşmüşler. Yok, ama var sayılan yani farazî bir şirkten, yani Allaha ortak koşmaktan korkmuşlar.

Evet, benlik ince bir elif hükmünde bir teldir. Farazî / var sayılan, hayalî bir hattır. Böyle iken mahiyet ve özelliği bilinmezse; örtülü olarak, gizlice büyür gelişir.

Gittikçe kalınlaşır. Bedenin her yanına yayılır. Koca bir ejderha gibi, insan bedenini yutar. Bütün o insan, bütün lâtifeleriyle, manevi yapısındaki ince duygularıyla, sanki benlik kesilir. “Ben” olur. “Ben” kesilir. “Ben” davası güder. Ben neymişim ya hû? Der. Haddini bilmez. Haddini aşar. Firavunluk, Nemrutluk yoluna saparak yoldan çıkar.

Sonra cinsin benliği de milletine ve kendi cinsinden olanlara -diğer milletlerin zararına ve aleyhine olarak- yakınlık ve taraftarlık bakımından o benliğe kuvvet verir. Böylece o benlik; o kendisinden bildiği kişilerin benliğine dayanarak şeytan gibi olur. Onun yaptığını yapar.

Allah ki her şeyi sanatlı bir şekilde yaratır. Sonsuz görkem ve yücelik sahibidir. Böyle bir Rabbin emirlerine karşı çıkar. Onlara karşı koyar. Onlarla çarpışır. Sonra kendine kıyaslama suretiyle, herkesi hatta her şeyi kendine kıyas eder. Kendisiyle karşılaştırır.

Allah’ın mülkünü onlara bölüştürür.

Allah’ın mülkünü sebeplere paylaştırır.

Bu suretle son derece büyük bir şirke düşer. Allaha ortak koşar.

“Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” (Lokman: 13) ayetinin anlamını gösterir.

Evet, nasıl ki devlet malından kırk parayı çalan bir adam, ancak orada bulunan, bütün hazır arkadaşlarının da ondan biraz almalarını kabul ile bu işi hazmedebilir. İçine sindirebilir.

Onun gibi “Kendime sahibim!” diyen adam, “Her şey kendine sahiptir!” demeye mecbur kalır.

“Her şey kendine maliktir!” diye inanmak zorunda olur.

İşte benlik, şu haince durumunda iken, tam bir bilgisizlik içindedir.

Binlerce fen ilmini bilse de, bilmediğinden habersiz kimsenin cahilliği gibi, bir büyük cehalet ve bilmezlik içindedir.

Çünkü duygu, fikir ve düşünceleri; evrenin bilgi ışıklarını getirdiği zaman; kendisinde onu doğru bulacak, onu doğrulayacak, onu ışıklandıracak bir madde bulamadığı için karanlıkta kalırlar.

Nefsinde onu devam ettirecek bir şey göremediği için sönerler. Gelen her şey, kendisindeki renklerle boyanır.

Hikmetin ta kendisi bile gelse, nefsinde tam bir gayesizlik. Kendinde tam bir saçmalık, şekil ve görüntüsünü alır. Onun için bir şey ifade etmez olur. Çünkü şu durumdaki benliğin rengi, Allaha ortak koşmaktır. Allah’ı inkâr etmektir.

Bütün kâinat, tüm evren; parlak ayetlerle dolsa, o benlikteki karanlık bir nokta; onları bakışta söndürür, göstermez.

Aslında Benlik harfidir. Sahibini bilir. Sahibini tanıtır. Bu niteliğiyle çok hassas bir ölçü birimidir. Doğru bir ölçek ve ölçü âletidir. Kapsamlı bir fihrist, bir listedir. Tam bir haritadır. Her şeyi içine alan bir aynadır. Kâinata güzel bir programdır. Çünkü kâinat bir plândır. İşte “Benlik” böyle bin bir özellik taşır.

İşte ancak konuya bu girişten sonra; hakikat girilir.

Benliğin gerçek mahiyeti anlaşılır.

 

 

Önceki İçerikAndımız Yasak, Yunan Milli Marşı Serbest!
Sonraki İçerikKKTC’nin 35. Zaferinin 44. Yılı Kutlu Olsun
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.