“Benim” Diyebilmek…

118

 

Ülkemizin içerisinde bulunduğu yolsuzluk, dış politikada yalnızlık, iktidar mücadelesi gibi sorunlara baktığımızda temelinde millet olarak devlete bakış açımızda var olan “benim devletim” düşüncesinden uzaklaşılması probleminin yattığı düşüncesindeyim.

Çünkü insanda var olan sahiplenme içgüdüsü sahiplenilen şeye karşı bir koruma ve kollama duygusu geliştirir. Evlat sahibi olan bir annenin evladını korumasını, onun büyüyüp gelişmesi için harcadığı emeği bu duyguya örnek gösterebiliriz.

Annelik sahiplenmesi Allah’ın kadınlara verdiği doğal bir içgüdüdür.

Peki bu sahiplenme duygusu milletlerde devletlerine karşı nasıl doğar?

Bu duygu elbette birden doğmaz. Devlete karşı gelişen “benim devletim” düşüncesinin temeli eğitimle atılır.

Özellikle 1980’li yılların ortalarından itibaren ülkemizde değişen eğitim politikalarının sonucu olarak gelinen noktaya bakıldığında yetişen nesilde devlete karşı sahiplenme yerine imkanlar dahilinde sömürme duygusu oluşmuştur.

Bugün yaşanan sıkıntıların aktörleri de bu milletin yetiştirdiği kişilerdir.

Son on beş seneye kadar ülkeler arasında en çok beyin göçü veren ikinci ülke Türkiye’dir. Yani bu topraklarda yetişen kapasiteli gençler geleceklerini başka ülkelerde arar hale gelmiştir.

Halbuki basından takip edenler bileceklerdir; Cumhuriyet’in ilk yıllarında yurtdışında eğitim alıp daha sonra ülke geleceğine katkıda bulunan birçok aydınla yapılan röportajlarda o kişilerin vurguladığı ana düşünce “biz bu ülkenin ekmeğini yedik başka bir yere hizmet etmeyi kesinlikle düşünmedik” şeklinde özetlenebilir.

Mesela yakın bir tarihte vefat eden İşadamı Vehbi Koç’un büyük kızı Semahat Arsel’in eşi Nusret Aysel’le ilgili, Cumhuriyet’in ilk döneminde yetişen bir işadamı olarak, sevenlerinin söylediği en önemli söz yukarıda bahsi geçen cümledir.

Yine sanat dünyasından marjinal tavırları ile dikkat eden söz yazarı merhum Aysel Gürel’in ölmeden önce son olarak kızının  “seni maaşını çekmeye götüreceğim anne” dediğinde “ben ölüyorum maaşımı çekip devleti kandıramam” demesi devlete karşı bakış açısı yönünden önemlidir.

Bugün birçok kişinin anne ve babasının öldüğünü bildirmeyip veya onların kılığına girip maaşlarını çekmeye çalışırken yakalanmasının haberlerini gazetelerden hepimiz okuyoruz.

Tabii Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim alanların bu şuurda olmasının temel nedenlerinden biri çok kısa bir süre önce ülkenin varoluş mücadelesi vermesidir.

Nitekim devletler tarihine baktığımızda varoluş mücadelesini başarıyla veren bir çok devletin mücadeleyi takip eden yıllarda büyük gelişmeler gösterdiği görülür.

Almanya ve Japonya bu duruma örnek iki önemli devlettir.

Öyle ki, II. Dünya Savaşından sonra her iki devlet de büyük yıkıma uğramış, arkasından diğer devletlerce uygulanan ambargolarla ekonomik olarak da dar boğaza düşmüşlerdir.  Buna rağmen her iki devlet de halklarından aldığı güçle kısa sürede kalkınmışlardır.

Ülkemize bakıldığında ise Cumhuriyet’in ilk on beş -yirmi yılından sonra gelişme hızının gittikçe azalmaya başladığı görülmektedir. Bizde yaşanan bu kısa süreli hızlı gelişmenin arkasında bulunduğumuz coğrafya ve yaşanan o günkü dünya gelişmeleri yatsa da eğitimdeki kalitenin bu yıllardan itibaren düşmeye başlaması şu an gelinen noktayı hazırlamıştır.

Peki ne yapmalı?

Şu an için eğitim sistemini birden değiştirecek gücümüz olmadığına göre bu durumu annelerin ele alması, evlatlarını yetiştirme sürecinde onların iyi bir eğitim almasına gayret gösterirken, bu devletin de “bizim” olduğu şuurunu onlara aşılamaları gerektiği kanaatindeyim.

Zira eğitim aile ile başlar.

O nedenle temelden verilen şuur bu ülkenin ilerideki elli yılının garantisi demektir.

Saygılarımla…