29 Mayıs’ta, dostlarım bana saygı günü düzenledi. Bir de kitap yayımladılar. Bu sevgi tsunamisi karşısında her türlü teşekkür cılız kalır. Sağ olsunlar, var olsunlar… Olup biteni, katılan değerli dostları, önce Saliha Sultan ardından da Yağmur Tunalı yazdı.
Toplantıda benden de konuşma isteyecekler diye düşünüp kafamdan bir şeyler hazırlamıştım. Fakat günün yoğunluğu ve heyecanından, o düşüncelerin pek azını söyleyebildim. Günün sonunda düşünceler insanın kendine yönelince ister istemez bir muhasebe yapma mecburiyeti doğuyor. İşte o muhasebeyi anlatmak isterdim. Gerçi Saliha Sultan’ın röportajında az da olsa biraz bahsettim. Şöyle demişim:
“Hayatım boyunca burnumun dikine gittim, yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadım. Benim hiç keşkem yoktur. Şu an karşımda, kitaplığımda, İdris Yamantürk’ün ‘Türk Milletine Borcumuz Var’, öte yanda Şakir Akça’nın ‘Ata’ya ve Sılaya Borcum’ kitapları duruyor. Onlardaki bu his bende de var. Ülkemize, Türkiye’ye borçluyuz ve ne yapsak bu borcu ödeyemeyiz. Onca yıl yaptığım çalışmaları yetersiz hissediyorum. Keşke daha fazlasını yapabilseydim. Tek keşkem bu… Kıymet bilenler sağ olsun, ancak maksat kıymet bilinmesi değil çalışmalarımızın Türkiye’ye tesir etmesi, ülkemizi iyi tarafa doğru çekebilmesi.”
Pekin’de 55 gün
Muhasebemin özeti bu. Doğru bildiğimi yaptım. Doğru bildiğimi yapmaktan çekinmedim. Etkim ne kadar oldu? İstediğim kadar değil. Fakat yaptım.
Konuşmamı düşüncemde hazırlarken aklımdaki fonda gençliğimde beni çok etkileyen bir film sahnesi vardı: Pekin’de 55 Gün filminden bir sahne. Baş rollerde Charlton Heston, Ava Gardner ve David Niven oynuyor. Film 1963 tarihli. Türkiye’de oynatılışı 1964. O zamanlar film sadece sinemada seyredildiğine göre ben ‘64’te, yani 19 yaşımda seyretmiş olmalıyım. Demek ki epey etkileyiciymiş. Belki de insan o yaşlarda kolay etkileniyor, ondandır.
Emperyalistlerin Çin’i sömürmesine, aşağılamasına, her istediklerini yaptırmasına isyan eden, kendilerine Boksörler diyen bir gizli teşkilat 1900 yılında, Pekin’de yabancıların oturduğu yerleşkeyi kuşatır. Savunmayı bir Amerikan deniz piyade Binbaşısı Matt Lewis yönetmektedir. Onunla gönül ilişkisi yaşayan- gönül ilişkisi yoksa film yoktur- Barones Natalie İvanoff Rusya’yı terk etmiş bir aristokrattır. Lewis’i Charlton Heston, Barones Natalie’yi de tabii Ava Garden oynuyor.
Ben yaşadım!
Barones, bir zamanlar Rus aristokrasisinin ve aristokrat sosyetesinin zirvelerindeyken ülkesini ve servetini terk etmek zorunda kalmış. Boksörler yerleşkeyi muhasara edince bir Rus diplomat Natalie’yi bulur ve Çin’i terk etmesi için ricacı olur. Natalie reddeder. Diplomat, “Fakat Barones İvanoff” der, “Burada yaşayamazsınız.” Barones’in hafızama kazınan ve hayran kaldığım iki kelimelik cevabı şöyledir: “Ben yaşadım!”
“Ben yaşadım!” Bunu söyleyebilmek öyle kolay bir iş değil. İnsanın hayatında onun “Ben yaşadım” demesine mâni olacak o kadar çok engel var ki. Engelli koşu gibi. Bunların birini aşamasanız, birini devirseniz, ahir ömrünüzde “Keşke…” demek zorunda kalırsınız.
Engeller: Bu tehlikeli. İtibarım ne olur… Ama onlar istemiyor. Annem- babam istemiyor. Hocam istemiyor. O istemiyor, öbürü hayır diyor. Ayıplarlar. Kızarlar… Hepsini teker teker aşmalısınız. Hedefinize kilitlenmeli ve engellere aldırmamalısınız. Aksi takdirde keşke şunu yapsaydım. Keşke çekinmeseydim. Ne olacaksa olsaydı… Keşke, keşke, keşke. Fakat zamanı geri saramazsınız. Keşke size yapışır ve o keşkeyi, ölünceye kadar taşırsınız. Dilimizde öyle keşkeler için özel bir kelime var: Ukde.
Keşkesiz, ukdesiz
Natalie’yi Pekin’de, yabancı yerleşkesinde bıraktık, ona dönelim. Rusya’ya gitmeyi kabullense, “Keşke kalsaydım.” diyecekti, gitmedi ve kaldı. Barones, pahalı elbiselerini çıkarır ve bir hemşire olarak yaralıların, hastaların tedavisine koşar. Eski servetinden kalma değerli mücevherlerini de satıp savıp ilaç ve tıbbi malzemeye yatırır. Bunu yapmasaydı, tuvaletlerinin içinde, asil asil, takılarını takıp otursaydı… Hayır! Yaptı. Yapmasaydı, keşke, diyecekti. Cephede, yaralıların yardımına koşarken yaralanır ve ölür. Ama yaşamıştır. Keşkesi yoktur.
Sekiz emperyalist devlet; İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan, Rusya, ABD, Almanya ve Japonya “sekiz millet ittifakı” denilen birliği kurup Çin’i ezen bir harekete girişirler. Boksörleri katlederler, Pekin’i günlerce yağmalar ve yabancı yerleşkesini kurtarırlar. Biz yedi düvel deriz. Bunlar sekiz düvel. Emperyalizmden bu kadar çekmiş bir ülkenin şimdi aynı ayıbı Uygurlara yapması hazin.
Ben emperyalistleri değil Boksörleri tutuyorum. Fakat asıl kahramanım, açık ara farkla Barones Natalie Ivanoff.