Bediüzzaman Said Nursî (R. Aleyh) Vuslatının 52.yılı dolayısıyla

87

 

BEDİÜZZAMAN ünvanı verildiğinde, henüz on dört yaşında idi.
Bediüzzaman Said Nursî, 1878 yılında Bitlis’in, Hizan kazasına bağlı, İsparit nâhiyesinin Nurs köyünde dünyaya geldi.
1886 yılında 8 yaşında iken, İsparit’e bağlı, Tağ köyünde Molla Muhammed Emin Efendi’nin medresesinde öğrenim hayatına başladı.
Kısa bir süre sonra, hocasının emriyle kendi köyü olan Nurs’a geri döndü.
Nurs’ta medrese olmadığından, haftada bir eve gelen ağabeyi Molla Abdullah Efendi’den ders aldı. Haftanın diğer günleri bu dersleri mütalaa etti.
1988 yılında Bahara doğru meşhur rüyasını gördü.
Rüyasında; bütün Peygamberleri Aleyhimüsselam ziyaret ettikten sonra, Sırat Köprüsü başında Peygamber Efendimizi (a.s.m) bekler.
Genç  Said’in ilim talebi üzerine Peygamber Aleyhissâlâtü Vesselâm; “Ümmetimden hiç kimseye sual sormamak şartı ile Kur’ân ilminin kendisine verileceğini” müjdeler.
Bu rüyayı  gördükten sonra ilim öğrenmek için kendisinde yeni bir şevk uyandı.
Babasından izin alarak Seyyidler ailesinin köyü olan Arvas köyüne gitti.
1890 yılının aralık ayında, Molla Muhammed isminde bir zatın refakatinde o zaman Erzurum’a, şimdi ise Ağrı ilimize bağlı olan, Doğubayazıt’a hareket etti.
Said Nursî’nin gerçek tahsilinin başlangıcı bu tarihtir.
1891 yılı başlarında 13 yaşında iken, Doğubayazıt’a gidip, gündüzleri, Beyazıt Medresesi Şeyhi Mehmed Celâlî Efendi’den ders aldı.
Doğubayazıt’ta geçirdiği 1891 kışının üç aylık döneminde, medrese eğitiminin temel kitaplarından olan yüz kadar kitabı, her kitaptan bir veya iki ders, en fazla on ders okumak suretiyle, Şeyh Mehmet Celâlî
Efendi’den icazet aldı.
Bağdat’ta bulunan Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin merkadını ziyaret etmek planıyla hocasından izin istedi.
1892 yılında Siirt’e gitti. Burada Molla Fethullah Efendi tarafından yapılan imtihanın başarısı sonucunda, kendisine BEDİÜZZAMAN ünvanı verildiğinde, henüz on dört yaşında idi.
1893yılında Siirt’te âlimlerle münazara etti. Buradaki münazaraları âlimler arasında tanınmasına neden oldu. “Saidü’l-Meşhur” lâkabıyla anılmaya başlandı.
Bitlis’te Şeyh Muhammed Emin Efendi gibi, Abdülhamid’in şeyhülislâmlık teklif ettiği büyük âlimlere kendisini imtihan ettirerek rüştünü ispat etti.
1894 yılında Tillo’da dört-beş ay kaldı. Bir gece rüyasında, Abdülkadir Geylânî Hazretleri Said Nursî’yi, Miran Aşireti Reisi Mustafa Paşa’yı namaza davet etmesi ve emr-i bilmaruf yapması  için görevlendirmişti.
Bunun üzerine hemen yola koyuldu. Tillo’dan hareket edip aşiretin bulunduğu yaylaya ulaştı. Miran Aşireti Reisi Mustafa Paşa’yı zulümden menetti. Cizre âlimleriyle münazara yaptı.
Âlimlerin ve Mustafa Paşa’nın saygısını kazandı. 15 yaşını  idrak ettiği 1894 yılında, Cizre civarında bir seneye yakın kalıp, dersler verdi.
Mardin’de karşılaştığı Cemaleddin Efganî’nin talebesinden Efganî’nin mesleğini, Sinsiye Tarikati mensubundan da, bu tarikatin mahiyetini öğrendi.
Mardin’de, dünya siyaseti, Osmanlı idaresi ve hürriyet konularıyla ilgilenmeye başladı.
20 Ocak 1960’da Emirdağ’dan Isparta’ya döndü. Kısa bir süre Afyon ve Emirdağ’da kaldıktan sonra zatürreye yakalandı. 19 Mart günü sabah namazından sonra dostlarıyla vedalaşarak Isparta’ya döndü.
Bir ramazan ayıydı. Resmî makamlar onun il dışına çıkmasını yasaklamışlardı. Memleketinden çıkalı 34 yıl olmuştu. Ama daha çok Ispartalı, Barlalı, Emirdağlı, Eskişehirli ve Kastamonuluydu.
Hastalığı da giderek artıyordu. 20 Mart 1960 günü uyandıktan sonra ilk sözü, “Gideceğiz” oldu. Talebeleri yolculuğa  çıkmasını istemediler.
O günlerde, İnönü Menderes’e hücum etmişti. Hükümet bildirisi olarak, radyodan Said Nursî’nin Emirdağ ve Isparta’da oturması tavsiye edilmişti.
Emniyet güçleri Ankara veya İstanbul’a gider diye çok korkuyordu.
Evinin önünde, caddede iki polis bekliyordu.
Bediüzzaman, son derece kararlıydı. Sabah saat tam dokuzdu. Sadık talebelerinden Hüsnü Bayram, Bayram Yüksel ve Zübeyir Gündüzalp’in kolları arasında arabaya bindirildi. Araba hareket etmeden, ev sahibi Fitnat Hanım yanına geldi. Bediüzzaman vedalaşarak hasta olduğunu, kendisine dua etmesini istediğinde, Fitnat Hanım’ın gözleri yaşardı.
Ona, polisler geldiğinde bir süre oyalaması, kapıyı hemen açmaması söylendi.
Bediüzzaman gizlice kaçırılıyordu, istikamet Urfa’ydı.
Said Nursî’nin Isparta’dan ayrıldığı haberi kısa sürede polise ulaştı.
Yol üstündeki kasabalara, vilâyetlere telgraflar çekildi.
Hiçbir yerde vakit kaybetmeden yola devam eden araç, Konya-Adana yoluyla, ertesi sabah Urfa’ya ulaştı. Said Nursî, İpek Palas Oteli’nin 27 numaralı odasına çıkarılarak, yatırıldı.
Halk Bediüzzaman’ın Urfa’ya geldiğini duyunca, İpek Palas’a doğru akın etmeye başladı. Isparta’da olsun, Emirdağ’da olsun, hasta olduğu zaman kimseyi yanına almazdı.
Urfa’da ise hiç  kimseye itiraz etmedi.
Hem tahammül etti, hem de yatmadı. Bütün Urfalılar kendisini ziyaret ettiler.
İçişleri Bakanı Namık Gedik, derhal Isparta’ya geri gönderilmesi talimatı verdi.
Hastalığı ağırlaşan Said Nursî’nin, hareket etmeye gücü yoktu.
Talebelerinin, “Üstad çok hasta, yola dayanamaz” sözleri ise yetkililer tarafından, “Bakanlıktan emir var, derhal Urfa’dan çıkacaksınız, gerekirse ambulans veririz. Nasıl çıkıp geldiyse, aynı şekilde dönecek” şeklinde karşılandı.
Bu arada Urfalılar da İpek Oteli’nin önünde biriktiler ve Said Nursî’yi ziyaretlerini sürdürdüler. Polisin “geri dön” sözlerine Said Nursî, “Ben buraya dönmeye gelmedim. Burada kalacağım, belki burada
öleceğim” diyerek karşılık verdi.
Hükümet Tabibinin; “yolculuk edemeyecek kadar hasta” olduğuna dair raporu dahi yeterli olmadı.
Bu durumu protesto amacıyla Ankara’ya açılan telefonların, telgrafların haddi hesabı yoktu.
Gece sahura kalkılmıştı, Bediüzzaman, peynir-zeytinle sahur yapan talebelerini, uzandığı yerden şefkatle izliyordu.
Bir ara buz istedi. Buz olmadığını, eğer isterse çay yapabileceklerini söylediler.
O istemedi. Ramazanın 27. günü idi, yani Kadir Gecesi’ydi. Takvimler 23 Mart 1960’ı gösteriyordu.
Sabah namazı vakti girmişti. Günün o vaktinde onu hep uyanık görmeye alışık oldukları  Üstadları’nı Sabah namazı için kaldırmak isteyen talebeleri, Üstadlarından ses alamadılar. Said Nursî hakkın rahmetine kavuşmuştu.
Bediüzzaman’ın naaşı öğle namazından sonra İpek Palas’tan alındı, iki saatte ancak Halilürrahman dergâhına götürülebildi.
Müthiş bir kalabalık vardı. Urfalı’lar dükkânlarını  kapatmışlardı.
Cenazesini Molla Abdülhamit Efendi yıkadı. O gece, cenazesi camide kaldı. Civar illerden, kaza ve köylerden gelen çok kalabalık bir cemaatle sabaha kadar hatimler okundu, dualar edildi.
24 Mart 1960 Perşembe günü, ikindi namazını müteakiben, Vali ve Belediye Reisi de dahil olmak üzere, on binlerce insanın göğe yükselen tekbir sesleri arasında ve hafif hafif çişeleyen bir yağmur eşliğinde, Bediüzzaman Said Nursî’nin naşı, Halilürrahman Dergahı’nda toprağa verildi.
Bu sırada Emniyet gerekçesi ile askerî birlikler, Urfa’nın etrafını tanklarla çevirmişti.
Ne var ki vefat ettiği halde Said Nursî’nin Urfa’daki misafirliği topu topu 3 ay 18 gün sürdü.
12 Temmuz 1960’da naaşı kabrinden alınarak askeri bir uçakla bilinmeyen bir yere götürüldü.
Mekânı cennet
Derecesi âli olsun
Katkılarından dolayı İlhan ÖZEL Bey kardeşime ve yeni Asya prodüksiyona teşekkürler