Bayramı İdrak Ederken

28

Can bula cananını, bayram o bayram ola,

Kul bula sultanını bayram o bayram ola.

“Bаyrаmlаr, milli ve dini duyguların, örf ve adetlerin derinden hissedildiği, bir toplumda millet olabilme şuurunun yeşerdiği, kuvvetlendiği günlerdir.”

Teknolojinin akla durgunluk veren yenilikleri, insanlığı şaşırtmaya devam ederken, aynı zamanda büyük kolaylıklar da sunmaktadır.

Yapay zekâ, cep telefonu, internet, televizyon, yazılı basın araçları, uzaydaki gelişmeler, yiyecek ve içeceklerde, üretimdeki bulgular vb. hayatımıza anlamlı ve pozitif değişiklikler getirmiştir.

Ancak, sessiz ve derinden, bir o kadar da vahim götürüleri olmuştur: Silah üretiminde artış, çevre kirliliği, gürültü, radyasyon, gıdalardaki hormonsal ve ilaç tehlikeleri, atıklar, katkılar, vb. gibi.

Özellikle TV, cep telefonu ve internet bağımlılığı, insanları yalnızlığa itmiş, aile içi başta olmak üzere, çevreyle olan iletişimi de büyük ölçüde azaltmıştır. Bunlar, insani değerleri, dostlukları, aile içi iletişimi bir yandan da, zamanımızı gizli veya açık şekilde çalmaya başlamıştır.

 Neticede dünya hızla kalabalıklaştıkça kendisini ve insanlığı büyük tehlikelere, yalnızlığa ve bencilliğe de itmektedir.

Teknolojinin bu yönü, “insani değerler” dediğimiz ortak paydaları yok ederek; “aile bağlarının, samimiyetin, dayanışmanın, paylaşmanın, ahde vefanın, sevginin” azalmasına da sebep olmaktadır.

 “Bencillik, hoşgörüsüzlük, aç gözlülük ve sevgisizlik yüreklerde yeşermeye başlamıştır. Kin, öfke, düşmanlık ve nefret gibi çok tehlikeli duygular artmıştır. Bu günkü savaşların, akan kanın, bir hiç yerine öldürülen çocuk ve kadınların, aç bırakılan insanların, mağdur ve yetim bırakılan çocukların çektiği ıstırabın sebebi budur.

Teknolojik gelişmeler insanı; refaha, huzura, saadete götürmesi gerekirken, sömürme, zengin ve hâkim olma, yönetme uğruna, her türlü çirkinlikler, ahlaksızlıklar ve merhametsizlikler için kullanılmıştır.

Şu anda bile, zulüm, katliam, kan, barut kokusu, açlık, sefalet, acı ve gözyaşı durmamaktadır. Yaşam biçimimiz yozlaşarak, gelenekler, görenekler, ahlaki değerler vb. hızla ve üzücü şekilde yıpranmaktadır.

Bayramlar da bu gelişim ve hızlı değişimden payını almaktadır elbette. Bayram günlerinde aile büyüklerinin ağzından hüzünle dökülen “nerede o eski bayramlar” sözü gençlerce  anlam ifade etmese de, gerçekten de eski bayramların tadı bir başkaydı.

Eski günlerde yaşanan bayramlar, günümüz bayramlarından çok daha coşkulu ve huzurla yaşanırdı. Kutlama öncesinde büyük alışverişler yapılır, herkesi tatlı bir telaş kaplardı. Aileler, çoluk çocuk çarşılara akın eder, önce çocuklara, sonra da yetişkinlere baştan ayağa, yepyeni, pırıl pırıl bayramlıklar alınırdı. Evin her bir bireyine bayramlık kıyafetler diktirilir, terzilerin önünde uzun kuyruklar oluşurdu.

Durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına da bayramlıklar diktirilirdi. Kilolarla şeker, çikolata, kolonya, tatlı malzemeleri, misafirlere ikramlıklar alınırdı. Evler ve bahçeler misafirlere hazırlanır, dip köşe titizlikle bir güzel temizlenirdi. 

 İnce düşünceli insanlar, çocukları utandırmamak için harçlık ve şekerleri bembeyaz bir mendil içinde verirdi. Evlerde hamurlar yoğurulur, yufkalar açılır ve baklavalar, börekler yapılır, sarmalar sarılırdı. Misafirler önemsenir, ikramda kusur etmemek, misafiri iyi karşılamak için herkes en iyi hazırlığı yapmaya çalışırdı.

Bayram panayırları, halkın sevincini doyasıya yaşadığı ve eğlenebildiği yerlerdi. Özellikle çocukların çok sevdiği bu yerlerde, çocuklar için lunapark oyunları bulunurdu. Baloncular, simitçiler, çerezciler gibi seyyar satıcıların da olduğu panayırlarda eğlence geç saatlere kadar sürerdi.

Tüm akraba ve eş dost birbirleriyle bayramlaşmaya giderdi. Gidilecek kişiyi öncesinden arayıp haber vermeye gerek duyulmaz, çat kapı gidilebilirdi. Yaşça büyük kişiler mutlaka ziyaret edilir, hal hatır sorulur, gündelik konularda bayram sohbetleri edilirdi. Her gelen iyi karşılanır, küsler bu günlerde barışırdı.

Bir öncesi gün bütün kombinler hazırlanır. Giyilecek elbiseler, bluzlar, gömlekler çoraplar yatağa dizilirdi. O gece çocuklar için zaman bir türlü geçmek bilmezdi.

Heyecanla giyilmeyi bekleyen bayramlık giysiler, bayram sabahları kalabalık aile kahvaltıları, sonrasında bayramlaşma merasimi, büyüklerin ellerini öpmek,  mendil arasındaki harçlıklar, şekerlemeler, mutluluk, telaş, heyecan ve neşe demekti.

Evlerde yöresine göre misafirlere ikram edilmek üzere fazlaca özel bayram yemekleri pişirilirdi. Herkes kendi kültür ve geleneğine göre ikramlarını yapardı. Keşkek, karışık kızartma, zeytinyağlılar, eğer kurban bayramıysa ve kurban kesilmişse büyük tencerelerde kavurma, pilavlar, kömbe ve börekler, yüksük çorbası ve yaprak sarması gibi yemekler bayramlarda pek çok evde bulunurdu.

İçecek olarak ise, eğer yaz aylarıysa limonata, ayran gibi serinleten içecekler bol bol yapılırdı. Ramazan bayramlarından sonra ise reyhan şerbeti yapılır ve Türk kahvesinin yanında soğuk soğuk ikram edilirdi.

Oysa şimdilerde içinde bulundurduğu kendine has; “yaşama sevinci veren, kaynaşmamızı sağlayan, beden ve ruh sağlığımızın sigortası olan ve toplum katmanlarını mutlu eden motifler” hızla kaybolmaya yüz tutmuştur.

 Zaman, ziyaret ve yan yana olma kültürünü  öldürdü. Bireylerin artan iş yükü ve stresli hayat, onları turistik gezi ve tatil yapmaya yönlendirdi. İnsanlar, en yakınları hariç, çok fazla kişiye de değer vermez oldu. Bu da kalabalık ve görünüşte neşeli olan bayram buluşmalarını en aza indirdi.

Hediyeleşmenin, selamlaşmanın, hal hatır sormanın, gönül almanın, yüreklere dokunmanın, yeni elbiseler giyinmenin mutluluğu, el öperek harçlık almanın hazzı, komşularla paylaşmanın toleransı, çocukların kahkahaları, sevinçleri, cıvıl cıvıl yarışları sokaklarda yok artık.

Çocukluğumdaki bayramlarda ev ev gezerdik. On iki yaşını doldurmayanlara çerez dağıtırlardı. En samimi kafadar arkadaşlar ve akraba olanlar bir gurup olurduk.
Topladıklarımızın içinde neler yoktu ki; kuru üzüm, hurma, ceviz, fındık, fıstık, lokum, iğde, kuru dut, keçiboynuzu, akide şekeri vb.

Kapıda güler yüzlü bir teyze karşılar, bizi adam yerine koyar, hal hatırımızı sorar, cana yakın, cicili bicili giyinenlerimizin yanağını okşar ve bolca çerez ikram ederdi. Ne tadına doyulmaz huzur kırıntılarıydı bunlar.

İçimizde; kin, kırgınlık, stres, hüzün asla yoktu. Engin bir hoşgörünün yüreklerimize enjekte ettiği sevgi ışıltıları vardı göz bebeklerimizde.

Topladığımız harçlıklarla bayramlık servetimizi hesaplar, kendimize bahşedilen güven ve sevinçle sokağa fırlardık. Ne bitmez tükenmez lezzet paylaşımlarıydı bilemezsiniz.
Büyükler de ev ev bayramlaşırdı. Tepsi içinde; kâğıtlı şeker, lokum, kolonya ve sigara ikram edilirdi.

Anlattıklarımda olağan üstü durum yok elbette. Fakat hafızamda o kadar değerli izleri var ki bu yaşantıların. Hatırladıkça, duygularımı tozpembe bulutlar sarmakta. Yeniden yaşayabilmek için neler vermezdim ki.

Bunları bize anlamlı kılan; madden sahip olduklarımızın çokluğu değildi elbette. Zira çok da fazla bir şeylerimiz yoktu. Fakat gönül zenginliğimizi sağlayan; içtenlikler, sadelikler yalınlıklar, samimiyet, sevgi ve hoşgörü oldukça çoktu.
Yüreğimizde duruluk ve huzur, ahde vefa, kadir kıymet bilme, şükretme, sevme ve sayma vardı.

Kanaatkârlık, yaşama sevincimiz haddinden fazlaydı.
Bir takımdık adeta, komşularla, arkadaşlarla, akrabalarla. Birimizin derdi, hepimizindi. Hayattan çok şey beklemezdik. Uzak ve elde edilemeyecek hedeflerimiz yoktu. Sade, samimi ve basit yaşardık. O yüzden endişeli değildik belki de.

Evlerimizde çok eşya yoktu. Yaşamımız gibi evlerimiz de sadeydi. Fakat sevgimiz sayesinde, hoş görülü ve huzurluyduk. Kafamız her şeyle meşgul değildi. Esas olan kalp kırmamak, üzmemekti, yardımlaşma ve dayanışmaydı.

Şimdiki bayramlarda maddi her imkân var elbette. Hiç bir şeyin özlemi çekilmemekte. Ancak, en pahalı malzemelerle pişirilen, fakat lezzet vermeyen yemek gibi san ki. Kaybolan bir tat var. Katılan malzemeyle bulunamayacak bir tat. İşte bayramlara lezzet veren de manevi paylaşımlardı.

Engin sevgi, saygı, değer verme, hoşgörü, biz duygusu, yardımlaşma, komşuluk ilişkileri, aile bağları, merhamet, kanaatkarlık, tevekkül, kendisi ve başkaları ile barışık olabilme, empati, pozitif düşünme vb. değerler. Bunlar, bayramlara ruhunu veren, kişiyi, aileyi ve dolayısı ile toplumu mutlu kılan en nadide argümanlardı.

Hiç bir masrafı olmayan, paylaştıkça çoğalan böylesi hasletler, sadece, haset, kıskanç, bencil, öfkeli, nefret duyan kalplerde yeşermez. İnsanı insan yapan değerleri yaşayamazsak, her gün bayram ilan edilse de bir anlamı olmayacaktır.

Bayramlar önce yüreklerde olmalı. Bunu yine de başarabiliriz elbette. Geçmişin özlemleri ile yetineceğimize, gelin gönülleri önce bayram kılalım. O tat yeniden gelecektir eminim.

Eski bayramlar geri gelmeyebilir ama, eski bayramların ruhunu eminim yeniden yaşatabiliriz. Birbirimize saygı ve sevgi ile yaklaşarak daha güzel bir dünya kurabiliriz. Unutmayalım umut her zaman vardır.

Bu güzellikleri yeniden yaşamak ve gelecek nesillere aktarmak için, tatil planlarımızı başka zamana erteleyip, büyüklerimizle bayram keyfini bu bayram doyasıya çıkaralım.

 Gönüller sevinç dolsun, umutlar gerçek olsun, acılar unutulsun, üzerimize mutluluklar yağsın” dileklerimle… Bayramınız kutlu olsun…

Sevgiyle kalın…