Batı dünyası, Türkiye ve Türk Milleti hakkındaki gerçekleri bizden daha iyi biliyor. Yani bizi bizden daha iyi tanıyor.
Yıllardır Datça’ya gelir giderim. Allah’ın nimetlerini hiç esirgemediği dünya cennetlerinden biri de; Datça’dır.
Datça’nın bulunduğu yarımadanın son noktasında, tarihi milattan önce 2000’li yıllara kadar dayanan, antik kent Knidos bulunur.
Bizim daha dün olanlardan haberimiz yok ve Anadolu henüz bizim tarafımızdan bilinmez iken, İngiliz Charles Newton 1856 – 1858 yılları arasında, İngiltere’den çıkıp Knisdos’a gelir ve 2 yıl boyunca kazı yapar.
Pakize Suda eline mikrofon alıp, Türk halkının arasında dolaşsa ve “Knidos nedir” diye sorsa %99’umuzun ne cevap vereceği şimdiden bellidir.
Sadece bu mu? Anadolu’yu ve halkımızı tanımamazlık, Cumhuriyet Dönemi’nde de devam eder. Charles Newton’dan sonra yine bir yabancı, bayan Amerikalı Prof. Cornelia Iris Love, Datça’da Knidos’a, 1968 – 1973 yılları arasında kazı yapmaya gelir.
Bu yabancılar gelene kadar, Knidos neredeyse tamamen toprak altındadır. Peki bu İngiliz ve Amerikalı orada bir antik şehrin bulunduğundan nasıl haberdardı?
Keza İtalyan Papaz Maurizio Garzoni, Türkiye’nin güneydoğu bölgesine 1768’de gelir ve 18 yıl boyunca oralarda gezer. Aramızda kavga çıkartacak nedenleri tıpkı barış gönüllüleri gibi tespit eder ve Roma’ya dönerek 1787 yılında ilk kürtçe grameri, kitap olarak basar. Acaba birilerinin, fitnenin en kolay çıkartılacağı yerin, o topraklar olduğu konusunda önceden bilgisi var mıydı?
Yine XIX. yüzyılda Türkiye’mizin sahip olduğu madenler, her nedense (!) yabancılar tarafından keşfedilmiş ve onlara tanınan imtiyazlarla da işletilmiştir.
O dönemde halk, bugüne benzer bir şekilde; tarlasında çiftçi, ormanda işçi olarak, ürettiği malın tüccarı değildir. Mallarını işlenmemiş olarak satmakta, buna karşılık işlenmiş ürünler almaktaydı. Bu durumdaki bir halkın, madenlerine sahip olmak ve işletmek gibi bir sorunu olamazdı. Peki bizi yönetenler ne ile meşguldu?
Yakın bir zamanda, böyle bir maden varlığımızın olduğu Fethiye’ye gittim. Fransız maden şirketinin hikayelerini dinledim. Kimine göre Fransa, üç dört yüzyıllık krom madenini Fethiye’den çıkardıkları ile ülkesinde depolamıştı. Cumhuriyetin bile bu imtiyazı, süresinin bitimine kadar engelleyemediğini anlattılar. O dönem Fethiye coğrafyasına ulaşmak neredeyse imkansız gibiymiş ama Fransızlar ulaşmış ve kromun kaymağını yemişler. Kervan geçmez, kuş sekmez, bataklık bir Fethiye’de onca mahrumiyete rağmen Fransızların kalması bana göre paradan başka idealleri gerektirir. Hatırlatalım ki; Türkiye’de 1848 yılında kromu bulan ilk kişide Lavrens Smith adında bir yabancıdır. Türkiye’mizdeki ilk madenleri işletenlerinde Avusturya, Hollandalı, İngiliz ve Amerikalılar olduğu görülür.
Benim ısrarla üzerinde durmak istediğim nokta, Batı dünyasının ve özellikle kilise gücünün, milletimiz ve üzerinde yaşadığımız coğrafya hakkında, bizim bilmediğimiz bilgilere sahip olmasıdır. Kanaatimce bu bilgiler Vatikan’ın gizli arşivlerinde saklanmaktadır. Peki bu bilgiler nasıl elde edilmiştir?
Örneğin dini eğitim yanında, felsefe ve arkeoloji eğitimi de gören cizvit papazı Giambattista Toderini 1781’de Venedik’ten İstanbul’a gelir. 1786’ya kadar Türk kültürü üzerine kapsamlı araştırmalar yapar, yazma ve basma kitaplar, astronomi ve coğrafya ile ilgili aletler, eski paralar toplar ve Venedik’e dönüşünde bunları bir kitap olarak yayınlar. Acaba halk olarak, biz o tarihte nelerle meşgulduk?
Toderini ve onun gibi yüzlercesinin Türk topraklarına tesadüfen geldiğini ve uzun yıllar buralarda tesadüfen kaldığını kabul etmek mümkün değildir. O ve onun gibiler bir gaye uğruna gelerek ülkemizde planlı bir şekilde yaşadılar. Ve bilgi depolayarak, bilgi aktarımında bulundular. Bugün halen onların bize karşı yarattığı bu büyük güçle cebelleşiyoruz. Ve halende birçok şeyin farkında değiliz. Kimimiz Allah’ı aldatmakla meşgul, kimimiz parti kongreleri ile uğraşmaktan bunları düşünmeye vakit bulamıyor, kimimiz mezhep mücadelesi veriyor, kimimiz yüzyıllardır din tacirliği ile geçinenlerden medet umuyor, kimimiz kendi gemisini kurtardığına seviniyor…
Oysa karşımızdaki güç; lambasını 24 saat, 365 gün açık tutarak, kazandıklarını kaybetmemek ve daha fazla kazanmak için amansız bir mücadele veriyor. Sizce bu mücadelenin kazananı şimdiden belli değil mi?