Evet, emperyalistler gerçekten suçludur. Bilim diye asırlarca sürdürdükleri ırkçılık, o ırkçılığa dayanan kölecilik ve soykırımlar suçtur. Keşifler, aydınlanma, bilim devrimi ve teknolojik üstünlük… O çağda o üstünlük sadece onlarda vardı, dünyanın geri kalanında yoktu. O üstünlüğe dayanarak yapmadıkları edepsizlik, işlemedikleri cinayet kalmadı. Dünyanın dörtte üçü sömürgeleriydi. Osmanlı hariç bütün Müslüman dünyası, kolonileriydi. Paradigma şuydu: Biz üstünüz. Çünkü bizim kültürümüz üstün. Biz üstünüz, çünkü biz Hristiyan’ız. Biz üstünüz çünkü bizim ırkımız üstün. Dünyadaki insanları oldurmak veya öldürmek, sınırlarını çizmek, çizdiğimiz sınırlar içinde onları yönetmek hakkımızdır.
Bu söylediklerimin sadece tarih olmadığını dört yazı boyunca anlattım. Evet, tarihtir ama aynı zamanda bugündür. Rusya Ukrayna’yı doğru boya getirmekle meşgul. ABD’nin, kitle imha silahları palavrasıyla, Irak’ı doğru boya getirmesi daha dündü. Birinci Dünya Harbi’nde cetvelle çizdikleri Arap sınırlarını şimdi beğenmeyip tekrar çiziyorlar. Çizerken de vekâleten terörist kullanıyorlar.
Bugünlerde sporcularımızın başarılarını konuşuyoruz. Kırılmayan galibiyet serilerini. Bakınız, Batı’nın politikacıları, Batı’nın yönetimleri hakem olsaydı bütün maçları kaybederdik. Onların dışarıya dönük adaletleri böyledir.
Biz ne yapmalıyız?
İnsan başkalarını kolay kolay değiştiremez. Onun için işe ABD, AB ya da şu veya bu ülkenin zihniyetini ya da davranışını değiştirme gayretiyle başlayamayız. Kendimizi değiştirmeliyiz. İşe kendimizden başlamalıyız. Eğer bize yöneltilen aşağılamalarda binde bir dahi olsa gerçek payı varsa o karşılıktan derhal kurtulmalıyız. Yoksa benim dört yazıdır yaptığım gibi başkalarını suçlayarak hiç bir yere varamayız ve zavallı hâlimiz sürüp gider. Başkalarını suçlamak çok tatmin edicidir. Bu ucuz tatmin tuzağına düşmemeliyiz.
Kendimden, Niçin Geri Kaldık? kitabımdan bir intihal yapayım:
“Yenilenler genellikle mazeret sahibidir. Hakem karşı tarafı tutmuştur. Saha kaygandır. Bir satranç üstadının sözünü hatırlıyorum, ‘Ben satrançta bugüne kadar sağlığı tamam bir mağlup görmedim!’
“ ’Batılılar bizi kandırmaktadır.’ Bu iddiaya inanmak, aslında bizim Batılılardan aptal olduğumuza inanmakla eşdeğerdir. [Niçin kanıyorsunuz?]
“’Bizi sömürüyorlar.’ Niçin kendinizi sömürtüyorsunuz? Yoksa gerçekten aklı ermeyen geri ırklar mısınız?”
Çukurdan çıkmalıyız
Önce yapmamız gereken, içinde bulunduğumuz şu çukurdan çıkmaktır. Bir an önce şu “Boşluk” ülkesi olmaktan kurtulmaktır. Bir Güney Kore, bir İrlanda hatta ortalama bir OECD ülkesi olmaktır. Bunun için de önce bir çukurun içinde bulunduğumuzu görmeliyiz ve sormalıyız: Niçin geri kaldık? Niçin hâlâ arayı kapatamıyoruz? Niçin yarışta geriye düşmekten kurtulamıyoruz?
Bunun cevabı “dış güçler” değildir. Dış güçler beceriksiz ülkeleri yer bitirir. Sizin içiniz düzgünse hiçbir dış güç sizi zayıflatamaz.
Yerimizde sayıyoruz. Bu kötü. Yerimizde saydığımızı görmüyoruz. Yerimizde saydığımızı bir türlü kabul etmiyoruz. Bu daha da kötü, felaketin kökü bu. Tam tersine, uçup kaçtığımıza inanıyoruz veya Avrupa’nın bizi kıskandığına! Tarih nutukla, yalanla kalkınan bir ülkeyi yazmıyor. Aklımızı başımıza devşirelim. Ne demişti Kutadgu Bilig’de, Yusuf Has Hacip? İl tutmak için çok güç, güç için çok refah, refah için zengin bir halk ve zengin halk için doğru hukuk lazımdır. Bunlardan biri kalırsa dördü kalır ve dördü kalırsa il (devlet) çözülür.
Çıkmak zor değil
Bakınız, bizim işimiz Güney Kore’den, İrlanda’dan, OECD ülkelerinden falan daha kolay. Çünkü önümüzde onların örneği var. 17. asırdan itibaren nasıl kalkındıklarını görüyoruz. Son otuz-kırk yıldan beri bugün de görüyoruz. Yapmamız gereken, nutuk atmayı, mazeret bulmayı bir kenara bıraktıktan sonra şu soruyu sormak: Onlara göre bizim kalkınmamızı köstekleyen şeyler nedir? Onlarda olup da bizde olmayan nedir? Şöyle söyleyeyim, bizde olmaması gerekenleri bulup onlardan vaz geçmek, onları çıkarıp atmak. Bizde olması gerekip de henüz yakalayamadıklarımızı bulup, alıp uygulamak.
Bunları yaparken canımız yanabilir. Mesela dümeni, sadık bendelerimize değil de o makama layık çocuklarımıza teslim etmek zorunda kalabiliriz. “Bırakınız gitsinler” yerine, ne yapmalı ki gelsinler diye çalışmak zorunda kalabiliriz. Fakat yöneticiler bu ıstıraplara katlanmazsa ülke çok daha büyüğüne katlanmak zorunda kalır.
Osmanlı neden mi geri kaldı? Son yirmi yılımıza bakın, anlarsınız. Gören gözler için kalkınanların nasıl kalkındıkları da, kalkınamayanların nasıl olup da kalkınamadıkları da apaçık ortadadır. Gören gözler için.
YAZAR