Basma Fistan Gibi Hayat

96

Gün, akşam olmaya gider güneşini üstümden toplayarak

Ben, geri dönerdim çıkamadığım yollardan çaresiz
Dağınık saçlarımda gecenin hüzünlü parmak izleri
Uçuk çıkmış dudaklarımda nakaratlı geveze bir susuş
Radyo da Neşet Ertaş bozlak söylerdi
Zılgıtlarını ben eklerdim…

İçeriye durmadan rüzgâr alan camları kırık pencere
Gökyüzünün kanadı kırık göçmen kuşlarına sığınak
Asma ağacının bükülen boynuna, eğilen beline korunak
Güneş yanığı yüzümden kalma, gamzeli bir gülümseme
Siyah beyaz fotoğrafların içinden kimseler görmeden
Parmaklarımın ucunda yürürdüm

Kara toprağın karnı tok, gözü aç sırası geleni, gelmeyeni bekliyor
Neyi alırsa kucağına, yetim çocuk basar gibi basıyor bağrına
Cemrelerin canı hay hayda, havaya, suya, toprağa, kalbime
Navruza koşar gibi içimde deli taylar, yeleleri rüzgâra yenik
Dört mevsimi bir günde yaşadım
Sızlar burnum, yüreğim gücenik

Beynimin içi dolaşık iplik, iki ters bir yüz örüyor
Örneği yok, ilmeği kaçmış aynı tel aynı yerden tutulmuyor
Sökülen ip, çürüyen yaprak, kırılan kanat, doymayan toprak
Ellerim yara bere, dikiş tutmayan kumaş, kopuk tel, ritimsiz saz
En ince yerinden düğümlü bağlandığım
Güneşte asılı kalmış basma fistan gibi hayat

Kıyıyı döven dalga değil, rüzgârın öfkesi dinmeyen nefesi
Vur kendini dağlara hadi vur, es biraz serin serin, mola versin kalbim
Durmaz bu iç kanama, bu iç ağrsı, bu ciğer yarasında günlerim
Ellerim nasır, dilim yasta, zeytin karası, kömür gibi gözlerim
Geride bıraktığım boynu bükük, haylaz çocukluğumu özlerim…

 

zeytin kelimeler