Başkanlık Sistemi ve Ordu

92

“Birçok kimse ordunun politikaya girmesi ancak başkanlık sistemi ile önlenebilir deyip, gündeme başkanlık sistemini getirmekte veya başka sistem arayışları içindedir. Bunlar özellikle başkanlık sistemi için şu iddiaları ileri sürmektedirler”:

“Başkan halk tarafından direkt olarak seçilmiş olacağından, hem parlâmento, hem de ordu karşısında çok güçlü bir pozisyona sahip olacaktır. Ayrıca halk tarafından seçilmiş olmanın kazandıracağı itibar ve sağlayacağı güç karşısında ordunun politikada artan nüfuzu ve zaman zaman politikaya fiilen girme alışkanlığı ortadan kalkacaktır”.

“Ordunun politika dışına çıkması ile Türkiye’mizde zaman zaman görülen, bazen parti liderlerinin, bazen milletvekili ve diğer politikacıların, bazen da bir kısım bürokratın kışkırtmaları sonucu bazı partilerin seçim dışı ümitleri ortadan kalkar ve hem seçimin hem de seçilmişlerin önemi ve otoritesi artar”.

“Ayrıca da şunun veya bunun kısa vadeli çıkarlar ve taktik hesaplarından kaynaklanan kışkırtma ve karıştırıcı hareketler gündemden çıkar. Böyle olunca da uzun vadeli prensip ve hesapların, devlet ve millet işlerine hâkim olması sağlanır”.

“Tabii, ordu ile ilgili hususlarda ileri sürülen iddiaların bir kısmı doğrudur ve mutlaka gereklidir. Ancak, bu iddiaların başkanlık sisteminin müdafaası için ileri sürülmesi yanlıştır. Çünkü seçimle gelen bir başkanın orduya karşı çıkıp, büyük riskleri göze alarak, kendisini ve sistemi tehlikeye atması yerine, ordu ile beraber olup yapacağını yapması daha kolaydır. Bu, bazan belli fikirlerin tatbikatı için görülmekte ise de, çok kere başkanın yerinde biraz daha kalması ve bazı kimselere birtakım menfaatlerin sağlanması için girişilen teşebbüsler olabilmektedir. Özellikle Güney Amerika’da bu tamamen böyledir. Unutulmamalıdır ki, hemen bütün insanlar, arkasına dağınık ve düzensiz güçleri alıp riske girmektense, yanına organize ve disiplinli güçleri alıp isteklerine ulaşmayı tercih ederler. Tabii, ikinci yolu seçmek, her zaman birinciden daha kolaydır. Birinci yolu seçmek için başka riskler de vardır, yeni bir seçime gitme ve kaybetme riski, hesap sorulma riski, bazı kirliliklerin ortaya çıkma riski, bir tarafa atılıp unutulma riski. Acaba kaç kişi başkanlık makamında otururken bu kadar riski göze alabilir? Özellikle Türkiye’mizde. Evet, Türkiye’mizde geçmişte meclisler orduya karşı çıkmış veya çıkabilmiş midir ki, bir başkan sadece halk tarafından seçilmiş olduğu için orduya karşı çıkabilsin? Geçmişte meclisleri kim seçmişti? Hayalci olmayalım ve tatbikata bakalım.

“Yalan ve paranın devlette ve politikada kullanılır olmaktan mutlaka çıkarılması gerekir. Yani kirlenmiş olan politikanın en kısa zamanda ve en hızlı şekilde temizlenmesi hemen gündeme gelmelidir. Bunun için de bir hesap sorma ve hesap verme devrinin açılması ve bazı kimselerin mutlaka adalet huzuruna çıkması gerekir. Demokrasi de her şey açıkta, net olarak ve halkın önünde cereyan ettiğinden veya etmesi gerektiğinden, bu husus son derece önemlidir. Çünkü politikanın kirlendiği bir memlekette devletin temiz kalması mümkün değildir. Bu ise, hem devletle milletin arasında uçurumlar meydana getirir, hem de devlete karşı vatandaş vicdanındaki saygı ve otorite hissini ortadan kaldırır. Ayrıca bir memlekette, özellikle de politikanın kirlendiği bir memlekette, devlet ve politika adamlarının kalitesi, karakteri, psikolojisi ve ahlâk ölçüleri de ortaya çıkmalı ve kimin ne olduğu bilinmelidir. Sistemin yerleşmesi için de bu gereklidir”.

“Tabii bir milletin moral gücü ile bünyesinin sağlamlığını tayin eden faktörlerin de başında bu ölçüler gelmektedir. Bu husus, seçilmişlerle seçilmemişler arasındaki münasebetlerin saygı sınırları içinde yürümesi ve seçilmişlerin gerek organlar, gerekse fertler üzerindeki otoritesinin kabul veya reddi gibi anlayış farkları bakımından da çok önemlidir”.

“Her memlekette olduğu gibi, bizde de demokrasinin kurulup kökleşmesi ve istikrar içinde çalışması, devlet gücünden bağımsız kuruluşları ve birlikleri bulunan veya organizasyonları olan canlı bir toplumun gelişmesi ile çok yakından ilgilidir. Bunun için de, toplumun gerek fertleri, gerekse grupları arasında problemleri ve anlaşmazlıkları barışçı yollardan çözme alışkanlığının yayılması ve yerleşmesi gerekir.” (Mehmet Turgut, Başkanlık Sistemi, Ordu ve Demokrasi, Boğaziçi Yayınları, İstanbul-1998, s. 159-161)

 

 

Önceki İçerikBiblioman, Bibliofil, Yoksa yalnız Fil mi?
Sonraki İçerikModern Mankurtlar
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.