Başka Açıdan Şeriat (I)

97

 

“Şeriat” kelimesi üzerinde çok duruluyor. “Şeriat”  kavramı hakkında çok şey yazılıp çiziliyor. “Şeriat” sözcüğü ile ilgili olarak çok değişik söylemler yapılıyor.

“Şeriat” var mı yok mu? Şeriat gitti mi gitmedi mi? Şeriat gittiyse gelsin mi, gelmesin mi? Şeriat gittiyse gelecek mi? Gelmiyecek mi? Nedir bu Şeriat?

Resmiyette bu kadar ürkülen Şeriat; gerçekten bu denli ürkütücü mü? Bazılarının neredeyse, nerede kaldı diye dört gözle beklediği Şeriat’in, hakikaten gelmesi olası mı?

Daha bunlar gibi nice sorular, cevaplar, tehdit unsuru taşıyan ifadeler, masumane istekler, yersiz tartışmalar; Cumhuriyet Türkiyesi’nde sık sık tekrarlanıyor. Âdeta ısıtılıp ısıtılıp öne sürülüyor.

Acaba aziz okur! Şeriat, yok mu ki gelsin? Acaba gitmiş mi ki dönsün? Acaba yok olmuş mudur ki varlığı tekrar söz konusu olsun? Acaba yokluğu mümkün müdür ki, varlığından yine dem vurulsun?

Oysa Kur’an’ın tamamı Şeriat’tir. Kur’an ise on dört asır önce indirilmiştir. O günden beri vardır. Eldedir. Baş tâcıdır. Bütününe inanılmaktadır. Elden geldiğince de tatbik edilip, uygulanmaktadır.

Nitekim bir kimse namaz kılıyorsa, Allah’ın emrini yâni Şeriati uyguluyor demektir. Bir kimse oruç tutuyorsa, Allah’ın emrini yâni Şeriati yerine getiriyor demektir. Bir kimse hacca gidiyor, zekâtını veriyor, iyilik yapıyor, kötülükten sakınıp sakındırmaya çalışıyorsa; Allahın emrini yâni Şeriati tatbik ediyor demektir.

Bir kimse talebe olarak dersine güzelce çalışıyor, memur olarak görevini tam olarak ifa ediyor. İşçi olarak işinde ciddî şekilde çalışıyor ve bu arada ibadetini de aksatmıyorsa. İnsanlarla iyi geçiniyor, onlara faydalı oluyor ve devletine, milletine de bağlıysa. O kimse Allahın emrini yani Şeriati bizzat yaşamış ve yaşatmış oluyor demektir.

Kısaca insanlar iman edip inanıyor, sâlih ve iyi amel ve ibadetlerde bulunuyor  ve birbirlerine  hak ve sabrı tavsiye edip, öğütte bulunuyorlarsa. Allah’ın emrini yâni Şeriati uyguluyorlar demektir.

İşte bu mânada Kur’an’da saymakla bitmiyecek olan öğüt ve tavsiyelerin haddi hesabı yok. İşte bunların hepsi Şeriattir. Bu çeşit Şeriat; yâni dinin istediği yaptırımlar; Kur’an’ın yüzde doksan dokuzunu teşkil etmektedir.

Siyaset ise Kur’an’ın yüzde biri kadardır. Üstelik o, farklı bir konu. Ayrıca işlenecektir.

Demek ki Şeriat ondört asır önce gelmiş olup, bir yere  gitmiş de değildir. Nitekim, dipdiri olarak ayaktadır. Dolayısiyle geleceği falan yoktur. Getirilecek diye bir iddia ise geçersiz ve yersizdir. Bir tarafa gideceği de yoktur. Bir tarafa götürülmesi de söz konusu değil. Çünkü Kıyamet’e kadar korunması bizzat  Allah tarafından üstlenilmiştir.

Evet, Kur’an’ın tamamı Şeriat’tir. Yâni Allah’ın, murad-ı İlâhîsi olan;insanlardan beklediği istekleridir. İnsanların olmasını istediği hususlardır. Velhasıl insanların yapıp yapmamalarını emrettiği her şey Şeriat’tir. Hepsi Şeriat kapsamına girer.

Kısaca ifade edersek; kendisine yapılmasını istemediği şeyin; başkasına da yapılmamasını istemek. Yine, kendisine yapılmasını istediği şeyin; başkasına da yapılmasını istemektir.

Nitekim örneklerini verdik. Tatbik edilmeye çalışıldığını gösterdik. Şeriat’in mevcut olduğunu, herkesin bir tarafına tutunmuş bulunduğunu belirttik.

Evet, Şeriat din demektir. Din ise nasihattir, öğüttür. Akla kapı açar. Kararı insana bırakır.

1065

Çünkü: “La ikrâhe fi’d-dîn.” Dinde zorlama yok. “Leküm dinüküm ve liye dîn.” Sizin dininiz

size, benimki bana. Siz kendi dininizde , inancınızda kalın, ben kendi dinimde. Ne siz bana karışın, ne ben size.

Zaten laiklik de bu değil midir? Kimse birbirine dil uzatmasın. Herkes birbirine katlanıcı olsun. Kimse kimsenin inancına karışmasın.

Kur’an’ın yüzde biri siyasettir. Bu ise iş başındakilerin düşünmesi gereken bir husus.

Yüzde doksan dokuzu ahlâk olan Kur’an’ın bütün gereklerini  -aşağı yukarı-  yerine getirmek varken; yüzde birlik kısım için, sonu şüpheli bir uğraşın içine girmek yanlış. Yüzde birlik kısım için, yurdu karıştırıcı durumlara sebebiyet vermek doğru değil. Çünkü ister istemez zulüm yapmak zorunda kalınır ki büyük vebaldir.

Ve işte asıl o zaman Şeriat çiğnenmiş olur. Kaldı ki,Şeriat çiğnenerek Şeriat istenmez. İstenmemeli. Yüzde birlik kısım için; asayişi bozucu davranışlarda bulunmak tasvîb edilemez. Birlik beraberliği yok edici faaliyetler yapmak çok sakıncalı.

Kaos ve karışıklığa yol açacak hareketlere girişmek; vahîm sonuçlar doğurur. Fitne fesat çıkarıcı, bozguncu tavırlar sergilemek son derece yanlış.

Hele hele isyan etme derecesine gelmek fevkalâde tehlikeli. Kan gövdeyi götürecek bir ortama halkı sürüklemek ise, millette onulmaz yaralar açar. Ki bütün bunlar asla doğru değil. Dinde kat’a yeri yok.

Şayet yukarıda saydığımız olumsuz hususlara tevessül edilir, yönelinirse; Kur’an’ın tatbik edilen, uygulamaya çalışılan güzel ahlâktan ibaret olan yüzde doksan dokuzu tehlikeye atılır, yapılamaz hâle gelir. Pirince giderken evdeki bulgurdan olunur.

Çünkü din nasihattir. Din barış demektir. İslâm, sulh ve selâmet mânasını içeren bir kelimedir.

Çünkü Kur’an’ın yüzde doksan dokuzluk kısmı enfüsîdir. Sadece nefsi ve iç daireyi ilgilendirir. Yâni herkesin sorumlu olduğu, bizzat kendisinin yapabileceği ve yalnız kendisinin yapması gereken hususlardır. Ki hiçbir engelle karşılaşması mümkün değil. Sırf ahlâkla ilgili müeyyide ve yaptırımlardır.

Evet enfüsî daire / enfüs dairesi; kişinin iç âlemidir. Tasarruf ve kullanım yetkisi içinde kalan alandır. Temennî ettiği, istediği şeyi irade edebildiği yâni yapabildiği, yerine getirebildiği dairedir. Kısaca hem ister hem yapar. Yapmasına hiçbir mâni ve hiçbir engel yoktur.

Kur’an’ın yüzde birlik siyaset kısmı ise âfâkîdir. Kişinin dışında cereyan  etmekte. Bizzat şahsına taalluk eden yanı yok. Bizzat kişiliğini ilgilendiren yönü bulunmamaktadır.

Evet, âfâkî dâire / âfâk dairesi ise, kişinin dışında kalan âlemdir. Tasarruf yetkisi bulunmayan, tasarruf yetkisi dışında kalan alandır. Temennî ettiği, istediği şeyi irade edemediği dairedir. Arzusunu hayata geçiremediği yerdir. İster fakat yapamaz. İstediğini yapmasına, gerçekleştirmesine birçok engeller, mâniler vardır. Kaldı ki kişi; enfüs dairesinden sorumlu. Âfâk dairesinden ise aynı şekilde mes’ûl değil. Ayrıca bu başka bir yazı konusudur.

 

 

 

 

 

 

Önceki İçerik‘Milliyetçilik, milletini sevme duygusudur. Bu duygu insanın yapısında vardır.’
Sonraki İçerikSiyaset Hastalığı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.